"Müşterek"
Peki, müştereğin antipotu nedir?
Antipot ne ki?
Dünyada bir coğrafi nokta bulalım, bir şehir örneğin, dik açıyla inelim aşağı.
Epey inmek lazım ama, kumu, çakılı, suyu, petrolü, magmayı, çekirdeği hızla geçip, karşı taraftan(yarımküre) çıkacağız yüzeye.
Buyurun antipotumuz.
Diyeceksin “tersi demek yerine niye bizi bu kadar yordun?”, ama güzel değil mi antipot üzerinden ilerlemek
Müştereği koyduk kürenin üzerine, şehrimizin havası paylaşım paylaşım kokuyor… Tam ortasından daldık içeri… Hooop, nereye çıktık?
Şehrimizin adı “Benim Alanım”.Koku, “bu benim, bu da benim, benim olmayan niye benim değil?”. Ben ben kuşunun habitatıymış meğer, koku da, hava da ağır mı ağır. Müşterekten dalıp, tam zıddından çıktığımız alanların tümü “Benim Alanım”.
İnsanlar da kurdukları kurumsal yapılar da alan sahiplenme ve sahiplendikleri alanda kendilerini var etme, sonra o alanı savunma ve varlığını alanında anlamlı kılma davranışı gösterirler mi?
Gösterirler tabii… Yoksa şu kısacık ömrü ne demeye didişe didişe doldurup gidiyoruz ki?
Dolayısıyla, örgüt de şirket de devlet de birey gibi anlam ihtiyacı hisseder ve bu anlamı hayata geçireceği bir alanı işgal ederek, “benim alanım” deme gereğini duyar mı?
Duyar…!
Olup bitenin özü tanım yapmaktır aslında, öyle değil mi?
Tanımlayarak anlamlı kılar, tanımlayarak var eder, biçim kazandırırız. Ama aynı zamanda tanımlayarak kavramsal yapıyı katılaştırıp, sınır da oluştururuz ve bu sınırın içindeki ile dışındakini de tanımlarız.
Yanlış mı?
Peki, devam edelim.
İşte burada, içinden dalış yaptığımız müşterek ile, antipotu arasında, paradoks kendini göstermeye başlar.
Organizmanın anlam dünyası bu paradoksun içinde mi oluşup, gelişir?
Sanki.
Müşterekten dalmasak, orada kalıversek olmaz mı? Sahiplenme olmasa, hep paylaşsak, hep bölüşsek, hayatı müşterek kurgulasak, olmaz mı? Şart mı benim alanıma doğru ilerleyip, bir ego abidesine dönüşüp ben ve öteki gerilimini oluşturmak?
Tam da bu sorunun karşısında insan der ki, “ama sistem rekabet üzerine kurulu, sistem paradoksların geriliminden güç alıyor, sistem yarışta önde olana zafer hediye ediyor, geride kalanı siliyor, doğa böyle”
Acaba?
Gerçekten böyle mi, yoksa böyle olmasını istediğimiz için, bunu böyle mi kurguladık ve sonra da “bu böyledir” diye kendimizi bu kurguya inandırdık?
Haklısınız ama, içinde bulunduğumuz şu gerçeklikte, müştereğin temiz ortamında kalsak, bize nefes aldırmazlar.
“Haydi gel yarışa” çağrısından nasıl kaçacağız ki?
Daha çok üret, daha çok verim al, daha fazla kazanç, daha çok çalış, daha çok tüket, başarı başarı başarı… Başka bir sesin yankılanmadığı bir vadide, nasıl sivil kalacağız?
Belki de mesele, paradoksun içinde dengeyi koruma ve iki uçlu süreci, özgür bir akılla dengede yönetebilme becerisi. Yeter ki dengeyi orta yolu bulma değil de, paradoksun iki ucunu bilip, yönetebilme becerisiyle, çatışmadan uzak, sürekli barışta kalma hali olarak algılayalım.
STGM Stüdyosu
Video içerikleri üretmek isteyen STÖ’ler için iyi bir haberimiz var. Ofisimizdeki stüdyomuzda video çekimlerinizi gerçekleştirebilir ve kurgu desteği alabilirsiniz.