Ana içeriğe atla
Image
STGM
Share
Dünya çapında yurttaş eylemlerinin ve sivil toplumun güçlendirilmesi için çaba harcayan CIVICUS (World Alliance for Citizen Participation) son çalışmasında 2025'te sivil toplumun eğilimlerini değerlendirerek hem iyi hem de kötü haberler verdi. CIVICUS’un genel yayın yönetmeni Andrew Firmin ve kıdemli araştırma uzmanı Inés M. Pousadela 2024'ü bitirirken 2025'e dair önizleme yazısı kaleme aldı. 2025'te Sivil Toplum Eğilimleri: Temel Zorluklar ve Umutlar başlıklı bu yazıda ikilinin tespit ettiği 10 eğilimi güncel gelişmeler ışığında yorumlamaya çalışacağız.

CIVICUS’un çalışmasını nasıl okumalıyız?

CIVICUS günümüzde 175'ten fazla ülkede 8 bin 500'den fazla üyesiyle küresel bir sivil toplum ittifakı ve dünyadaki sivil toplum eylemliliklerini de yakından izliyor. CIVICUS’un genel yayın yönetmeni Andrew Firmin ve kıdemli araştırma uzmanı Inés M. Pousadela 2024'ü bitirirken 2025'e dair önizleme yazısı kaleme aldı. Ben de 2025'te Sivil Toplum Eğilimleri: Temel Zorluklar ve Umutlar başlıklı bu yazıda ikilinin tespit ettiği eğilimleri özetlemeye ve her bir eğilimi de güncel gelişmeler ışığında yorumlamaya çalışacağım. Bunu  yaparken de The Economist “Önümüzdeki Dünya 2024 – 25”te yer alan tespitlere yeri geldikçe başvuracağım.

Firmin ve Pousadela, çalışmalarında sivil toplum alanı için dokuz zorluk sıralıyor ve bu zorluklara karşı ise umudu, yani sivil toplumun mücadele azmini hatırlatıyor. İlk olarak bu zorlukları bir liste olarak önümüze koyalım. 

  • Çatışmalar ve cezasızlık
  • İkinci Trump yönetimi
  • İklim krizi
  • Ekonomik mücadeleler
  • Seçimler ve otoriterlik
  • Yapay zekâ ve teknoloji
  • Göç ve yerinden edilme
  • Haklara karşı darbe
  • Kısıtlanan sivil ortamlar
  • Bu dokuz zorluğa karşı tespit ise sivil toplumun adalet ve eşitliğe olan sarsılmaz bağlılığı ve mücadelesi.

Yazının sonundan söyleyeceğim şeyi hemen başta söyleyerek başlayacak olursam, ikili güncel gelişmeler ışığında nerdeyse nokta atışı tespitler yapmış bulunuyor! Şimdi gelelim bu zorluklara ve değerlendirmelere…

Çatışma ve cezasızlık

Firmin ve Poudesela yazıda var olan çatışmaların devam edeceğini ve bu durumun da insani krizlere, kitlesel yerinden edilmelere ve travmalara yol açacağını söylüyor. İsrail ve Rusya'nın dahil olduğu çatışmalarda faillerin hesap verebilirlikle karşı karşıya kalmasının pek olası olmadığını ifade eden yazarlar, ateşkeslerin veya çözümlerin ortaya çıkabileceğini ancak adaletin sağlanmasının zor olmaya devam edeceğini söylüyor.

Yapay zekanın savaşta kullanılmasının da yeni endişeler yarattığını söyleyen yazarlar, bu konunun acil düzenleme gerektirdiğini vurguluyor. Ateşkeslerle duran çatışmaların ise değişen jeopolitik çıkarlar nedeniyle yeniden alevlenebileceğini hatırlatıyor ve  sivil toplumdan hızlı müdahaleler talep edilebileceğini söylüyor. 

İnsanlığa karşı suçlar 

Bu başlığa Filistin’de yaşananlarla bir hatırlatma yapalım. ABD seçimlerini yeniden kazanan Donald Trump’ın 20 Ocak 2025’te ABD başkanlığı görevine gelmesinden beş gün önce Hamas ve İsrail arasında ateşkes imzalandı. Ardından rehine takası başladı ve Gazzeli Filistinliler geri dönmeye başladı.

Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli̇ Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA)  verilerine göre 45 binden fazla insanın öldürüldüğü ve 100 binden fazla insanın yaralandığı İsrail saldırıları, aralarında BM Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese’nin de bulunduğu BM Özel Raportörleri tarafından soykırıma yönelik saldırılar olarak nitelendiriliyor. 

Bu yaşananlar sırasında Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) de İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Yoav Gallant hakkında bir tutuklama talebinde bulunurken, İsrail devleti her iki ismin kendi yargılama yetkisi kapsamında olduğunu belirterek talebe itiraz etti. Buna karşılık UCM I. Ön Yargılama Dairesi, İsrail Devleti'nin yargı yetkisine itirazını reddederek, savaş suçu ve insanlığa karşı suçlar işledikleri için Benjamin Netanyahu ve Yoav Gallant hakkında resmen tutuklama emrini çıkardı. UCM’nin tutuklama emri karşısında Belçika, Hollanda, İrlanda, Litvanya, Slovenya ve İspanya karara uyacakları yönünde ifadeler kullanırken; Fransa, Almanya ve İtalya bu konuda olumsuz görüş belirtti. G7 ülkelerinden ise henüz bir ortak bir tutum çıkmadı. Öte yandan UCM Başsavcısı Karim A.A. Khan KC, Hamas liderleri Yahya Sinwar, Mohammed Diab Ibrahim Al-Masri (DEIF olarak da bilinir) ve Ismail Haniyeh hakkında da tutuklama talep etmişti. Ancak bilindiği üzere İsrail düzenlediği özel saldırılarla bu üç ismi öldürdü. Sonuca baktığımıza ise Gazze’de yaşananlar için mevcut haliyle tam bir cezasızlık söz konusu. Tüm bu yaşanan gelişmelere Trump’ın Gazze’deki Filistinlilerin tehcir edilmesi ve başka Arap ülkelerine gönderilmesi yönündeki önerisi de eklenirken, BM Genel Sekreteri António Guterres bu öneriyi “etnik temizlik” olarak nitelendirdi ve kabul edilemez buldu. 

Filistin’den Suriye’ye

Gazze’deki cezasızlık durumunun Suriye’de gerçekleşen çatışmalar için de olması söz konusu.  Suriye’de 2011’den bu yana yaşanan çatışmalarda 2025 itibariyle 13,4 milyon insan yerinden oldu. Bu kişilerin 7,2 milyonu ülke içinde yerinden olurken, 6,2 milyon insan ise başka ülkelere mülteci veya sığınmacı olarak kaçmak zorunda kaldı. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği ofisinin verilerine göre 2022 itibariyle Suriye’deki çatışmalarda tahminen 306 bin 887 sivil öldürülmüştü. Ancak güncel açıklamalar bu ölümlere yenilerinin eklendiğini gösteriyor. 

8 Aralık 2024’te Suriye’nin başkenti Şam, Şam Kurtuluş Heyeti (HTŞ- Heyet Tahrir el-Şam) güçleri tarafından neredeyse hiçbir direniş olmadan ele geçirilirken, Suriye’nin eski başkanı Beşar Esad da Suriye’yi terk etti ve Rusya’ya sığındı. Dolayısıyla Suriye’de yeni bir dönem başladı. Uzmanlar Beşar Esad’ın hakkındaki suçlamalar ve yargılanma riski nedeniyle Rusya dışında başka bir ülkeye gitmesinin zor olduğunu ifade ederken, bu durum beraberinde Beşar Esat için hem bir kıstırılmışlık hem de bir cezasızlık halini ortaya çıkarıyor. Öte yandan HTŞ ve diğer muhalif grupların gerçekleştirdiği ihlaller hakkında ne yapılacağı da şu anda bir muamma...

Ancak şunu söylemekte fayda var: mevcut haliyle BM İnsan Hakları Konseyi kapsamında bir Suriye Arap Cumhuriyeti Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu kuruldu ve Komisyon çalışmalarına devam ediyor. Ancak nasıl bir sonuç elde edileceği önümüzdeki günlerde belli olacak. Son dönemde Suriye’deki alevi topluluklara yönelik katliamlar yapıldığı ve bu katliamların da intikam amaçlı gerçekleştiği yönünde ciddi iddialar söz konusu. 

Suriye’de yaşanan gelişmeler Türkiye’deki iç politikayı da derinlemesine etkiliyor. Zira Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’de PKK lideri Abdullah Öcalan’a, örgütü lağvetmesi koşuluyla, "Umut hakkı” için başvurabileceği yönündeki açıklamasının ana nedeninin Suriye’deki gelişmeler olduğu konusunda genel bir kabul söz konusu. 

Ukrayna’da yaşananlar ne olacak?

Rusya’nın Ukrayna topraklarını işgal etmeye yönelik saldırılarıyla Şubat 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna savaşının sadece bu iki ülkeyi değil, bir bütün olarak Avrupa’yı travmatize ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi’nin Kasım 2024 verilerine göre 22 Şubat 2022’den Kasım 2024’e kadar olan sürede 659’u çocuk olmak üzere 12 bin 162 sivil öldürüldü. Ayrıca 26 bin 919 sivil yaralandı. Ölen ve yaralananlara ise yenileri ekleniyor. 

Ukrayna’da 2014’te göreve başlayan BM Ukrayna İnsan Haklarını İnceleme Misyonu (HRMMU) mevcut durumda dikkatlerini savaşa odaklandırmış durumda. AB Rusya’ya karşı Ukrayna’nın yanında açık bir duruş sergilerken, Avrupa Konseyi Rusya’yı 2022’de Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkardı ve Ukrayna’nın yanında yer aldı. 

ABD ise Trump yönetimine kadar Ukrayna’yı destekledi ancak Trump’ın ABD başkanlığı koltuğuna ikinci kez oturmasıyla savaşı bitirmeye yönelik bir planının olduğu ve sürece müdahale edeceği de kuvvetle ihtimal. Trump’ın planını Şubat 2025 ortaların devreye sokacağı konuşuluyor. Bununla birlikte Ukrayna- Rusya savaşında yaşananlara karşı olası bir soruşturma açılıp açılmayacağı konusunda hiçbir bilgi olmadığı gibi umut da yok. Bu konuda muhtemelen cezasızlıkla seyredecek. 

Yapay zeka tartışmaları savaşlarla yeni boyut kazanıyor

Tüm bu çatışmalar yetmiyormuş gibi yapay zekâ destekli silahların yıkıcı gücü de hayatımıza girdi. Yapay zekanın sivil toplum üzerindeki etkisine aşağıda tekrar döneceğiz. Ancak yapay zeka kullanan otonom silahların çatışmalar üzerindeki etkisi hakkında 7 temel risk var.

Bunlardan ilki yapay zekâ destekli silahların öngörülemezliği, ikincisi, hız ve ölçekleri göz önüne alındığında kazara ve hızlı bir şekilde çatışmaları tırmandırma riski, üçüncüsü maliyet düşüklüğünün verdiği bir avantajla istikrarsız ülkelerin, baskıcı diktatörlerin ve savaş lordlarının eline geçerek hızla yayılma riski, dördüncüsü maliyetleri itibariyle çatışmanın önündeki engelleri azaltması, beşincisi katliam robotları olarak nitelenen ve kendi kendine ateş açma kabiliyetine sahip mikro dronların (Slaughterbots) kitle imha silahı olarak kullanılabilmeleri, altıncısı bir suikast silahı olarak seçilmiş hedef veya gruplara karşı kullanılması- ki özellikle yapay zekâ kullanan otonom silahların ırk ve toplumsal cinsiyet üzerinde orantısız potansiyel etkilere sahip olması, savunuculuk yapan sivil toplum örgütlerinin önüne yeni sorunlar getiriyor. Hak savunuculuğu yapan sivil toplum aktörleri de söz konusu hedefler arasında- ve sonuncu olarak da yapay zekâ silahlanma yarışı… Yakın bir zaman sonra dünya soğuk savaş döneminin nükleer silahları gibi yapay zekâ askerleri üretme yarışıyla da yüz yüze gelebilir. Şu anda üzerine anlaşılmış herhangi bir etik anlayış ve hukuki sınırlama da olmadığı için bu durum son derece riskli görünüyor. 

Tüm bu yaşananlar göz önüne alındığında çatışmaların sorumlularına yönelik cezasızlık hali ve çatışmalarda yapay zeka kullanımı, yeni savaşların ve çatışmaların ortaya çıkmasına veya ateşkesler yoluyla durağanlaşanların yeniden alevlenmesine neden olabilir. Bunlar ise insani yardımlarla ilgili olduğu kadar temel hak ve özgürlüklerle ilgili olarak da sivil topluma yönelik taleplerin artmasına yol açabilir. Sivil topluma yönelik taleplerin artması ise kısıtlanan sivil ortamlar içinde olacaktır.  Trump yönetiminin ise bu kısıtlamalara katkı koyacağı çok açık. 

İkinci Trump Yönetimi

Firmin ve Poudesela yazıda ikinci Trump yönetimi için şöyle diyor: “Yeni bir ABD başkanlığı küresel dinamikleri yeniden şekillendirebilir, iklim krizine verilen tepkileri zayıflatabilir, sivil toplum fonlarını azaltabilir ve milliyetçi hareketleri cesaretlendirebilir. Toplanma ve ifade özgürlüğüne dayanan sivil alanlar artan tehditlerle karşı karşıya kalabilir.”

İkilinin ikinci tespitinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini görmek için çok beklememiz gerekmedi ama önce Elon Musk’a değinelim. 

Trump’ın seçim kampanyasını alenen destekleyen ve 250 milyon dolardan fazla para yardımı yapan Elon Musk seçim kampanyaları sırasında olduğu kadar sonrasında da sahnelerdeki yerini aldı. Trump’ın yönetimi alması sırasında Elon Musk’ın dillere düşen ve “Kalbim sizinle” diyerek verdiği Hitler Selamı Elon Musk’ı Nazizm’le özdeşleştirdi. Almanya’da eyalet seçimlerinden güçlenerek çıkan Neo-Nazi örgütü AfD (Almanya İçin Alternatif- Alternative für Deutschland) ile görüşmesi de bu yöndeki görüşleri iyice perçinleştirirken, sahibi olduğu Tesla satışlarının Almanya ve Fransa’da hızla düştüğü kaydedildi. Trump’ın USAID kapsamındaki yardımları 90 gün süreyle durdurma kararnamesi ve ardından USAID tamamen kapatma yönündeki kararı sırasında Elon Musk hep devrede oldu. 

Tarihin bir ironisi olarak ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAİD) meselesi

Elon Musk sahibi olduğu X’teki resmi hesabından USAID programı hakkında “USAID, Amerika'dan nefret eden radikal solcu Marksistlerin engerek yuvasıydı” sözlerini kullandı. Hatta bu konuda Macaristan Başbakanı Victor Orban bile devreye girdi. Orban, X hesabında yayınladığı mesajda Biden yönetimi sırasında USAID’in kendisini “yılın yıkıcısı” olarak niteleyen Brüksel merkezli Politico’yu ve Macaristan’daki solcu medyayı desteklediğini belirterek, “Dünyanın bu karanlık komployu ortaya çıkardığı için Donald Trump’a çok şey borçlu olduğunu” yazdı. 

Peki Orban yazar da Musk geri durur mu? Elon Musk Victor Orban’ın mesajını alıntıladı ve “Yolsuzlukla mücadele çalışmaları hızlanıyor” diye yazarak paylaştı. Tüm bu süreçte Trump yönetimi dünyanın dört bir tarafındaki USAID çalışanlarını ABD’ye geri çağırdı ve idari izne çıkarıldıklarını duyurdu. Vakti zamanında 1961’de John F. Kennedy’nin Sovyetler Birliği’ne karşı bağımsız bir organizasyon olarak kurduğu USAID programının gün gelip “radikal solcu ve Marksist olmakla suçlanması” ise tarihin bir ironisi olsa gerek! 

ABD başkanı Trump’ın kararına STÖ’lerden de tepki geldi. CIVICUS, Trump’ın kararının iklim, insan hakları ve sivil özgürlükler alanındaki küresel ilerlemeyi tehdit ettiğini belirtti. 

İşkence Mağdurları için Uluslararası Rehabilitasyon Konseyi, sosyal medya hesaplarından yaptığı açıklamada Trump’ın kararının Afrika, Asya, Doğu Avrupa, Latin Amerika ve Orta Doğu'daki 18 ülkede 22 rehabilitasyon programının olumsuz etkilendiğini ve 4 programın tümüyle faaliyetlerini durduğunu belirtti. İnsan Hakları İzleme Örgütü Trump kararının insan haklarını geniş kapsamlı olarak tehdit ettiğini söyledi. Uluslararası Hukukçular Komisyonu (ICJ) ise Trump kararı sonrasında yürüttükleri faaliyetlerin %30’unu askıya almak zorunda kaldıklarını duyurdu. 

ABD Başkanı Trump’ın kararları bunlarla da kalmadı. Trump önce 20 Ocak 2025’te Dünya Sağlık Örgütü’nden çekilme kararını alırken, bunu 3 Şubat 2025’te BM İnsan Hakları Konseyi (UNHRC), BM Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO), BM Yakın Doğu'daki Filistinli̇ Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA) hakkındaki çekilme kararı takip etti. Buna UCM’nin İsrail yöneticileri hakkındaki kararına destek veren ve uyacağını söyleyen ülkelere yaptırım uygulama kararı da eklendi. 

Peki, bu kararları nasıl okumak gerekiyor?

Trump kararnamelerinin BM kurumlarına yönelik olması sivil toplumu etkilemeyeceği anlamına gelmiyor. Nitekim Uluslararası Aile Planlaması Federasyonu (IPPF) Trump’ın Dünya Sağlık Örgütü’nden (DSÖ) çekilme kararının DSÖ koordinasyonunda gerçekleşen kadın ve çocuk sağlığı, beslenme ve sanitasyon için verilen mücadeleyi olumsuz etkileyeceğini belirtti. IPPF bu karardan en çok kadınların, kız çocuklarının ve LGBTİ+’ların olumsuz etkileneceğine vurgu yaptı.

Gelinen noktada Trump’ın sivil toplumu zorlayacak yeni kararnamelere imza atacağını rahatlıkla söylemek mümkün. Bu noktada Trump’ın kararlarının çevreye olan olumsuz etkilerini de hemen eklemek gerekiyor. ABD seçimleri ve Trump  Firmin ve Poudesela’nın listesinde ikinci sırada yer alsa da The Economist “Önümüzdeki Dünya 2025” değerlendirmesinde Tom Standage’in ilk sırasında. Temel endişe “Önce Amerika” politikasının jeopolitik değişikliklere ve gerginliklere yol açacak olması. 

Seçimler ve Otoriterlik

CIVICUS genel yayın yönetmeni Andrew Firmin ve kıdemli araştırma uzmanı Inés M. Pousadela yazılarında seçimlerin,  ekonomik memnuniyetsizlik nedeniyle görevdeki iktidarların devrilmesine ve başlangıçta sağ popülistlere fayda sağlamasına neden olabileceğini söylerken, uzun süreli iktidarların ise genellikle otoriterleşmeye ve marjinal grupların daha fazla günah keçisi ilan edilmesine yol açtığını belirtiyor. Yine kadın düşmanlığı ve yabancı düşmanlığı da dahil olmak üzere sosyal meselelerin siyasi manipülasyonunun yoğunlaşmasının beklendiği ifade ediliyor. 

Aslında Andrew Firmin ve Inés M. Pousadela’dan önce The Economist Editörü Tom Standage “Önümüzdeki Dünya 2024” özel sayısında, 2024 yılı için belirlediği 10 temel konudan ilkini seçim rüzgarına ayırmıştı. 

2024 yılında dünya genelinde 70’ten fazla ülkede seçimler gerçekleşti. Böylece tarihte ilk kez dünya nüfusunun yarısından fazlası aynı yıl içinde seçimlerde oy kullandı. Ancak bu seçimler hem Firmin ve Pousadela’nın hem de Tom Standage’in belirttiği gibi daha fazla demokrasi anlamına gelmiyor. Nitekim seçim sonuçları da bunu alenen gösteriyor. Birçok seçim özgür olmadığı gibi adil bir şekilde de gerçekleşmedi.

Seçimlerin önemli bir bölümü faşizmin çağdaş versiyonları olan aşırı-sağ-popülist partilerin oylarını yükseltmesi ve parlamentolara girerek liberal demokrasilere kafa tutmasıyla sonuçlandı. Hatta Avrupa bölgesinde bazıları hükümet ortağı oldu. Ancak Avrupa bölgesinde iki ülkede yapılan seçimler kritik öneme sahipti. Fransa ve Almanya. AB Parlamentosu için AB üyesi 27 ülkede seçmenler 6-9 Haziran 2024’te sandık başına gitti. Fransa’da AB Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağcı Marine Le Pen'in partisi Ulusal Birlik’in (Rassemblement national) seçimlerden oyların yaklaşık %32’sini alarak birinci parti çıktı. Açık bir şekilde AB karşıtı olan Ulusal Birlik Partisi’nin seçimlerden birinci parti çıkması üzerine Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Fransa Parlamentosunu feshederek erken seçim kararı aldı. Seçimlerin ilk turu 30 Haziran 2024, ikinci turu ise 7 Temmuz 2024’te yapıldı. İlk turu yine Ulusal Birlik Partisi birinci tamamladı. Ancak ikinci tur seçimlerde sol ittifak Yeni Halk Cephesi (Nouveau Front Populaire) birinci tamamladı. Bununla birlikte Fransa parlamentosun hiçbir parti iktidar için tek başına bir çoğunluk sağlayamadı. Fransa’daki aşırı sağın yükselişini Almanya takip etti.

Almanya’da Eylül 2024’te yapılan eyalet seçimlerinde neo-Nazi Partisi AfD (Almanya için Alternatif/Alternative für Deutschland) oylarını arttırdı. Almanya’da Sosyal Demokrat Parti (SDP), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FDP) koalisyonu ile kurulan hükümetten, FDP’nin ayrılması sonrasında, koalisyon hükümetinin Başbakanı Olaf Scholz güven oylaması talep etti. Fakat Aralık 2024’te yapılan güven oylamasında Olaf Scholz gereken oyu alamadı. Güven oylaması sonrasında koalisyon ortakları erken seçim kararı aldı. Seçimlerden hemen önce anketler neo-Nazi partisi AfD’nin hızla yükseldiğini ve Almanya’da ikinci parti konumuna geldiğini gösteriyordu. Bu Almanya için olduğu kadar AB Parlamentosu için de bir endişe konusu. Zira AfD’nin seçim vaadi, Almanya’nın AB’den çıkması yani Dexit! AfD’nin Dexit planını gerçekleştirip, gerçekleştiremeyeceğini önümüzdeki günlerde hep birlikte göreceğiz. Ama seçim sonuçları itibariyle Almanya’da beklenen oldu. Almanya’da 23 Şubat 2025’te yapılan seçimlerde AfD büyük bir başarı elde ederek ikinci parti olarak çıktı. Hal böyleyken aşırı sağın Avrupa’daki yükselişi,  sadece demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne bir tehdit oluşturmuyor, aynı zamanda AB’nin geleceğini de tartışma konusu yapıyor. 

Seçimlerin adil bir ortamda gerçekleşmesi ilkesine uygun davranılmadı

Türkiye genel seçimlere 2023 yılında gitti. TBMM seçimlerinde ise 14 Mayıs 2023’te yapılan seçim sonuçlarında başını Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve MHP’nin çektiği Cumhur İttifakı çoğunluğu elde etti. Aynı tarihte yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adayların hiçbiri %50+1’i yakalayamadı. Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı. Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimleri 28 Mayıs 2023’te yapıldı. Seçimi AKP ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın adayı Recep Tayyip Erdoğan kazandı. Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatının Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi (OSCE/ODIHR) ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinden oluşan uluslararası bir seçim gözlem heyeti seçimleri takip etti. 

Seçim gözlem heyetinin raporuna göre Türkiye’de seçimler rekabetçi bir ortamda gerçekleşmiş olmakla beraber, seçimlerin en önemli unsurlarından biri olan “adil bir ortamda gerçekleşmesi” ilkesine uygun davranılmadı. Ayrıca Türkiye’de seçimler sırasında anlaşmazlıkların giderilmesi için yapılan tavsiyelere uyulmadı. Genel seçimlerin ardından 31 Mart 2024’te Yerel Seçimler yapıldı. Yerel seçimlerde ana muhalefet partisi CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) başta İstanbul olmak üzere büyükşehir belediyelerinde ve aynı zamanda il, ilçe belediyelerinde önemli bir başarı elde etti. Kürt yurttaşların yoğun yaşadığı illerde ise DEM Parti (Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi) belediyelerin çoğunda başarı kazandı. Ancak 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden hemen sonra Haziran 2024’ten itibaren belediyelere kayyum atamaları başladı. Kayyum atanan ilk belediye Hakkâri oldu. 

Hakkari’yi (DEM), İstanbul-Esenyurt (CHP), Mardin (DEM), Batman (DEM), Şanlıurfa-Halfeti (DEM), Tunceli/Dersim Merkez (DEM), Tunceli-Ovacık (CHP), Van Bahçesaray (DEM), Mersin Akdeniz (DEM) ve son olarak Siirt (DEM) izledi.  Yani Haziran 2024 ve Ocak 2025 arasında toplam 10 belediyeye kayyum ataması yapıldı. 

Kayyum atamaları 2019 yılında da gündeme gelmiş ve bu durum Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel İdareler Kongresinin dikkatlerini Türkiye üzerinde toplanmasına neden olmuştu. Türkiye’yi ziyaret eden Kongre, kayyum atamalarının hukuki zemini hakkında bir görüş hazırlaması için Avrupa Konseyi’nin Hukuk Yoluyla Demokrasi için Avrupa Komisyonu’nu yani Venedik Komisyonu’nu göreve çağırmıştı. Bu çağrının ardından Venedik Komisyonu bir Türkiye ziyareti gerçekleştirmiş ve Venedik Komisyonu Adalet Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi, İçişleri Bakanlığı, Yüksek Seçim Kurulu, TBMM'de temsil edilen başlıca siyasi partiler ve sivil toplum temsilcileriyle görüşmüştü. Ziyaretlerin ardından Venedik Komisyonu 2019 kayyum atamaları hakkında hazırladığı raporda, seçilmiş belediye başkanlarının yerine atanmışların getirilmesinin demokratik ilkelerle ve hukukun üstünlüğü ile uyumlu olmadığı belirterek bir dizi tavsiyede bulundu.  Ancak bu tavsiyelere uyulduğunu söylemek çok zor. 

Kayyum atamalarına ek olarak, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığını ikinci kez kazanan Ekrem İmamoğlu (CHP) hakkında, yaptığı açıklamalar nedeniyle açılmış çok sayıda soruşturma var. Kayyum atanmamakla beraber CHP’nin son derece güçlü olduğu İstanbul Beşiktaş’ta Belediye Başkanı Rıza Akpolat (CHP) ise belediyenin bir ihalesi gerekçe gösterilerek Ocak 17 Ocak 2025 tarihinde tutuklandı. Bu gelişmelerin ardından 11 Şubat 2025’e İstanbul’da ilçe belediyeleri “terör soruşturması” kapsamında güne gözaltı kararıyla başladı. “Kent uzlaşısı adı altında örgüt faaliyetleri yürüttükleri” gerekçesiyle CHP’li Belediyeler olan Kartal (Belediye Başkan Yardımcısı), Ataşehir (Belediye Başkan Yardımcısı) ve Üsküdar, Sancaktepe, Fatih, Tuzla, Adalar Şişli, Beyoğlu Belediyelerindeki CHP’li Meclis üyeleri hakkında gözaltı kararı verildi. Bu konudaki en son gelişme Van Büyükşehir Belediye Bakanı Abdullah Zeydan hakkında yaşandı. Yerel seçimlerden sonra YSK seçimin kazananı Abdullah Zeydan yerine mazbatayı AKP’li adaya vermişti. Zeydan 3 Nisan 2024'te mazbatasını geri iade alabilmişti. Bununla birlikte Abdullah Zeydan’a 11 Şubat 2025’te "terör örgütüne yardım etmek" ve "basın yoluyla terör örgütü propagandası yapmak" suçlamalarıyla yargılandığı davada 3 yıl 9 ay hapis cezası verildi. Bu cezanın ardından Van’da gergin bir bekleyiş başladı. Söz konusu gergin bekleyiş, Van’a kayyum atanmasıyla birlikte yerini politik gerginliğe bıraktı. 

Türkiye’de belediyelerin sivil topluma en yakın idareler olması, sivil toplumla yakın bir iş birliğini de beraberinde getiriyor. Dolayısıyla belediyelere yönelik demokratik ilkelerle ve hukukun üstünlüğü ile uygun olmayan uygulamalar, aynı zamanda sivil topluma da zarar veriyor. Ancak kuşkusuz sivil topluma etki eden konular sadece yukarıda sıraladığımız 5 eğilimden ibaret değil. 

İnes ve  Pousadela’nın değerlendirmesine ilk gün çatışma ve cezasızlık başlığı altında değinmeye başladığımız yapay zeka ile yarın devam edeceğiz.

Yapay Zekâ ve Teknoloji

İnes ve  Pousadela’nın 2025’in sivil toplum eğilimlerini on başlıkta değerlendirdikleri yazıda yapay zeka altıncı sırada yer alıyor. Yazıda yapay zekadaki gelişmelerin aktivistlerin daha fazla gözetlenmesi, çatışmalar ve seçimler sırasında dezenformasyonun yoğunlaşması gibi zorlukları ortaya çıkaracağı söyleniyor. Yapay zekayı düzenleyici çerçevelerin ise teknolojik ilerlemelerin gerisinde kaldığı ve bazı teknoloji liderlerinin ise  otoriter gündemlerle uyum sağladığı vurgulanıyor. Yazıda gelişmekte olan sosyal medya platformlarının alternatifler sunabileceği ancak bu yapıların da genişledikçe benzer sorunlarla karşı karşıya kalabileceği söyleniyor. 

Yapay zekânı artık sadece bilim kurgu eserlerinden ibaret değil. Dozunu giderek arttıran bir şekilde gündelik hayatımıza girmeye başladı. İkilinin değerlendirmesinde yapay zeka altıncı sırada iken, The Economist’in “Önümüzdeki Dünya 2025’te” değerlendirmesinde sekizinci sırada yer alıyor. 

Yapay zeka için veri merkezlerine harcanan miktar ise 1 trilyon dolar. Ancak özel şirketlerin yapay zekayı nasıl kullanacakları ve bir yatırım aracı olup olmadığı konusunda belirsizlik var. Yapay zeka alanında yaşanan gelişmeler bir yandan sivil toplum için kolaylıklar ve imkanlarla dolu bir ortam sunuyor ancak diğer yandan silahlanma yarışında olduğu gibi bazı ciddi zorluk ve sorunları da beraberinde getiriyor. Kısacası Freud’un sedirine uzanacak olursak, muhtemelen bize yapay zeka karşısında ambilavans bir duygu yüküyle karşı karşıya olduğumuzu ve bunun insan psikolojisi açısından normal olduğunu söyleyecektir! 

Mevcut endişelerden hareketle yapay zekanın nasıl ele alınacağı da uluslararası toplumun gündeminde. Konuyla ilgili ilk hukuki düzenleme pek çok zaman olduğu gibi gene Avrupa bölgesinden geldi. Avrupa Konseyi 5 Eylül 2024’te “Avrupa Konseyi Yapay Zekâ ve İnsan Hakları, Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğüne dair Çerçeve Sözleşmesini” imzaya açtı. Sözleşmenin 30. maddesi kapsamında Çerçeve Sözleşme’nin önümüzdeki günlerde yürürlüğe girmesi bekleniyor. Çerçeve Sözleşme yapay zeka alanındaki ilk uluslararası yasal bağlayıcılığı olan sözleşme ve amacı yapay zekâ sistemlerinin yaşam döngüsü içindeki faaliyetlerle, insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile tamamen tutarlı olması. Sözleşmenin taslağı ilk açıklandığında devletlere ulusal güvenlik ve savunma söz konusu olduğunda genel bir muafiyet tanınıyordu ve yine  yapay zeka konusunda liderliği elinde tutan özel sektörden hiçbir yerde bahsedilmiyordu. Bunun üzerine aralarında Türkiye’den STGM’nin de olduğu ve Avrupa Konseyine üye devletlerde faaliyet gösteren STÖ’ler Avrupa Konseyine açık bir mektup gönderdi. Mektup Avrupa Konseyi’nden sözleşmenin kamu ve özel sektörü eşit şekilde kapsayacak şekilde düzenlemesini talep etti. Ayrıca sözleşmenin ulusal güvenlik ve savunmaya ilişkin devletlere tanınan genel muafiyetleri kesin olarak reddedecek şekilde düzenlenmesini önerdi. Ancak ulusal güvenlik ve savunma konusunda bir ilerleme kaydedilemedi. Özel sektörle ilgili olarak ise kısmi bir başarı elde edildi. Yapay zeka  alanında faaliyet gösteren özel şirketler, devlet adına veya devlet birlikte çalışması durumunda sözleşme kapsamına alındı. Mevcut haliyle Çerçeve Sözleşme zamanın hızına ayak uydurmak için teknolojiyi düzenleyen bir sözleşme değil, daha çok devletlere yapay zeka söz konusu olduğunda insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde hareket etmeleri gerektiğini hatırlatan bir belge niteliğinde. 

Yapay zekanın sivil toplum üzerindeki etkileri ise çok boyutlu. Konuyla ilgili olarak çalışmalar yürüten Özgür Kurtuluş “Yapay Zekâ ve Sivil Toplum” başlıklı çalışmasında yapay zekanın etkilerinin geniş bir alana yayıldığını gösteriyor. Yapay zeka kullanımı ekonomik kalkınmaya katkı sunabileceği gibi işsizlik ve gelir eşitsizliği gibi sorunlara neden olabilecek bir potansiyele sahip ve tüm bunlara veri gizliliği, algoritmik önyargı, siber güvenlik ve yukarıda kısaca bahsini yaptığımız otonom silah sistemleri gibi etik riskler ekleniyor. 

Yapay zekanın sivil toplum üzerindeki etkileri “politik karar verme, toplumsal katılım, güvenlik ve medeni haklar arasındaki denge, önyargı ve eşitlik, sosyal ve çevresel sorunlarla başa çıkmak” gibi geniş bir alanda seyretmektedir. Hal böyleyken Paris’te 10-11 Şubat 2025 tarihleri arasında toplanan Yapay Zekâ Eylem Zirvesi’nin sonunda bir bildiri açıklandı: İnsanlar ve Gezegen için Kapsayıcı ve Sürdürülebilir Yapay Zeka Bildirisi (Paris Yapay Zeka Bildirisi).  

Paris Yapay Zeka Bildirisi yukarıda kısaca aktardığımız zorlukları aşmak ve fırsatları kullanmak için altı maddelik bir öncelikler listesi sıraladı:

(1) Erişilebilirlik (2) açıklık, kapsayıcılık, şeffaflık, etik, güvenli ve güvenilir olma (3) yenilikçi bir yaklaşımla pazar yoğunlaşmasının önlenmesi, endüstriye canlanmaya ve kalkınmaya katkı (4) işgücü piyasasını olumlu etkilemesi ve sürdürülebilir büyümeye katkı (5) insanlar ve gezegen için sürdürülebilirlik (6) uluslararası koordinasyon ve işbirliği.

Ancak Özgür Kurtuluş’un zirve hakkında yaptığı değerlendirmede de belirttiği gibi Paris Yapay Zeka Bildirisi’ne imza atanların içinde ABD ve Birleşik Krallık yok. Bu durum Paris Yapay Zeka Zirvesi’nin ardından tarafların daha net hale geldiğini gösteriyor. Yapay zekanın olumlu ve olumsuz sonuçlarını hem yapay zeka geliştikçe hem de kullanımı yaygınlaştıkça gündelik hayatımızda daha fazla hissedeceğimiz çok açık.

Göç ve Yerinden Edilme

İnes ve  Pousadela yazısında iklim değişikliği ve baskı gibi faktörlerin göçü tetikleyeceğini ve bu durumdan ağırlıklı olarak finansman sıkıntısı çeken Küresel Güney ülkelerinin etkileneceğini belirtiyor. Daha zengin ülkelerde ise aktivistlerin daha büyük risklerle karşı karşıya kalmasıyla birlikte daha katı göç politikalarının ve sivil topluma yönelik baskıların bekleneceği söyleniyor. 

Günümüzde savaşlardan, baskılardan, zulümden ve insani olmayan yaşama koşullarından kaçarak batının “özgür” ve “refah” toplumlarının kapısına dayanan hareket halindeki insanların sayısı 100 milyondan fazla. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) 2023 yılında zulüm, çatışma, şiddet, insan hakları ihlalleri ve kamu düzenini ciddi şekilde bozan olaylar nedeniyle 117,3 milyon kişinin zorla yerinden edildiğini belirtti. Bu sayının 2024 yılı için 120 milyonu aşacağı tahmin ediliyordu ve ne yazık ki, BMMYK’nin tahminleri tuttu, hatta zorla yerinden edilenlerin sayısı 120 milyonu geçti. Bu rakam dünyanın en kalabalık 12. ülkesi olan Japonya nüfusuna eşit bir sayı. 

Dünyadaki her 3 mülteciden 1’i Avrupa’da. Türkiye ise resmi verilere göre 3,6 milyonluk mülteci ile dünyada en fazla mülteci barındıran ülke konumunda. Dünyadaki mültecilerin %73’ü 5 ülkeden geliyor: Afganistan, Suriye, Venezuela, Ukrayna ve Sudan. Daha önce bahsini yaptığımız ve her geçen gün iktidara yaklaşan aşırı sağcı popülist partilerin oy toplamak için izledikleri temel politikaların ortak noktasını ise göçmen ve mülteci karşıtlığı oluşturuyor. Göçmen ve mülteci karşıtı politikaların nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda yoğun tartışmalar yapılırken, geçtiğimiz yıllarda göçmen ve mülteci karşıtı politikalar doğrudan sivil toplum örgütleri üzerinde olumsuz ve damgalayıcı etkiler yarattı. 

Türkiye açısından bakıldığında ise mültecilere ve göçmenler bir sorun olarak görülmekle birlikte yapılan tüm kışkırtıcı söylemlere rağmen göçmen ve mülteci karşıtlığının Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerindeki kadar yaygın olmadığı görülüyor. En azından Türkiye’de göçmenlerin ve mültecilerin bir sorun olarak görülmesinin, 2024’te yapılan iki araştırmada ekonomi ve işsizlik gibi sorunların gölgesinde kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. 

“Türkiye’nin en büyük sorunu nedir?” sorusuna karşılık Asal Araştırma'nın yayınladığı sonuçlarda ekonomi %60, adalet %9,5 çıkarken üçüncü olarak mülteciler %4,4’te kaldı. Benzer bir durum Ipsos araştırmasının sonuçlarında da görüldü. Ekonomi %85 oranında birinci sırada yer alırken, bunu doğal afet, siyaset takip etti. Göç sorunu %4’lük bir oranla dördüncü sırada yer aldı. Türkiye’deki mültecilerin çoğunluğunu oluşturan Suriyelilerin, Suriye’de yaşanan son gelişmelerden sonra gönüllü geri dönüş için nasıl bir tavır sergileyecekleri ise önümüzdeki bir yıl içinde şekillenecek gibi görünüyor. Dolayısıyla şimdiden bir tahmin yürütmek zor görünüyor. Bununla birlikte önümüzdeki yıllarda Türkiye’de Suriyelilere yönelik uygulanan “geçici koruma rejimi”nin daha fazla süremeyeceği ve BMMYK’nin üç kalıcı çözümü için harekete geçilmesi gerektiği çok açık görünüyor. Söz konusu üç kalıcı çözüm (1) yerel entegrasyon, (2) yeniden yerleştirme ya da üçüncü bir ülkeye yerleşim (bu Türkiye iç hukukunda uluslararası korumaya karşılık geliyor) ve (3) gönüllü geri dönüş. Her üçü de Türkiye’de göç ve mülteci alanında çalışan STÖ’ler için yeni politikaların ve uygulamaların benimsenmesi anlamına geliyor. 

Haklara Karşı Darbe

CIVICUS genel yayın yönetmeni Andrew Firmin ve kıdemli araştırma uzmanı Inés M. Pousadela'nın 2025’in sivil toplum eğilimlerini değerlendirdiği yazısına haklar başlığıyla devam ediyoruz. Yazıda “Haklara Karşı Darbe” başlığı sekizinci eğilim olarak yer alıyor. 
Yazıda kadın ve LGBTQI+ haklarının dezenformasyon ve iyi finanse edilen kampanyalarla beslenen sürekli saldırılarla karşı karşıya kalacağı ve sivil toplum çabalarının ise özellikle dış etkilere açık bölgelerde mevcut kazanımların korunmasına ve gerilemenin önlenmesine odaklanacağı not ediliyor.

İnsan haklarının ve hak savunucularının küçümsenerek, zorba yöneticilerin saldırılarına maruz kalması yeni bir şey değil. Ancak 2025’te ilk şok edici karar AB Komisyonu’ndan geldi. AB Komisyonu 11 Şubat 2025 tarihli “2025 Çalışma Programı”nda “din veya inanç, engellilik, yaş veya cinsel yönelime bakılmaksızın kişiler arasında eşit muamele” (COM(2008)426)  yönergesini geri çektiğini duyurdu. Gerekçe olarak öngörülebilir bir anlaşmanın olmamasını, yönergenin tıkandığını ve daha fazla ilerleme kaydedilmesinin olası olmadığını gösterdi. Çalışma programında eşit muamele ile ilgili çalışmaların yasal metinlerden ziyade strateji belgeleri olacağı görülüyor. 

Irkçılığa Karşı Avrupa Ağı (ENAR), AB Komisyonu’nun bu kararının yönergenin kabul edilmesi için çalışan “eşitlik ağlarının yıllar süren zorlu savunuculuk faaliyetlerini baltalayan ciddi bir gerileme” olduğunu belirtiyor. ENAR eşitlik yönergesinin geri çekilmesini “aşırı sağcı karar alıcıların artan etkisine teslim olunduğu” şeklinde yorumluyor. Temel hak ve özgürlüklere yönelik saldırılara devlet dışı aktörlerin de dahil olması süreci iyice çetrefil bir hale getiriyor. Sivil olmayan sivil toplum ya da daha açık bir ifadeyle hak karşıtı hareketler dört ana konuya odaklanıyorlar. Kadın, LGBTİ+, çocuk hakları ve göçmen/mülteci hakları. Söz konusu hak karşıtı hareketler ise popülist aşırı sağcı politik partilerle birlikte seyrediyorlar. Kalkınmada Kadın Hakları Derneği’nin koordinasyonunda harekete geçen hak örgütleri, 2021 yılında Hakların Evrenselliği Üzerine Gözlemevi adı altında bir araya gelerek söz konusu hak karşıtı hareketlerin bir haritasını çıkardı.  Bu hareketler kendi aralarında uluslararası bir ağa sahipler. Ayrıca BM ve Avrupa kurumlarına yönelik hak karşıtı lobi faaliyetleri yürütüyorlar. Hak karşıtı hareketler halen aktif bir şekilde temel hak ve özgürlüklerin altını oymak için çaba harcıyorlar. 

Türkiye’de de hak karşıtı hareketler son derece aktif ve hakları sınırlama yönündeki ilk başarıları Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi'nden çıkması oldu. Mevcut haliyle Türkiye’deki hak karşıtı hareketler Büyük Aile Platformu adı altında birleşti. LGBTİ+ karşıtı söylemlerin yanı sıra mitingler düzenleyen platform son olarak aile değerlerine zarar verdiği gerekçesiyle televizyonlardaki gündüz kuşağı programlarına karşı imza eylemi başlattı. Bu yaşananlar hak örgütlerine karşı geçtiğimiz yıllarda başlayan kısıtlamaların devam edeceğinin gösteriyor. Bu nedenle sırada kısıtlanan sivil ortamlar var. 

Kısıtlanan Sivil Ortamlar

Firmin ve Pousadela'nın yazısıda dokuzuncu başlık sivil ortamların kısıtlanmasına odaklanıyor. Yazarlar, sivil toplumun çalışması için gerekli olan temel özgürlüklerin giderek daha fazla tehdit altında olduğunu vurguluyor. Sivil toplum örgütlerinin kaynakları hakları ilerletmek yerine aktivistleri korumaya yönlendireceğini ve bu baskıların ise küresel sorunların ele alınmasına yönelik çabaları zorlaştıracağı not ediliyor.Sivil toplumu 2025’te bekleyen zorlukların sonuncusu geçtiğimiz yıllarda da olduğu gibi kısıtlanan sivil ortamlar olacak. 

Devletler saygı duymak, korumak ve uygulamak için söz verdikleri temel hak ve özgürlüklerin altını oyan iki yüzlü kararların altına imza atıyor. İklim krizi, ekonomik kriz, silahlı çatışmalar, doğal afetler eşliğinde günümüz çoklu krizleri karşısında BM gibi uluslararası kurumlar, krizlere buna karşılık vermekte zorlanıyor. Sivil toplum örgütlerinin bu krizlere yönelik çözüm önerileri ise masada yer bulamıyor. Münih Güvenlik Konferansı 2025 raporuna göre dünya giderek çok daha kutuplu bir hale geliyor.  Güç, küresel meselelere etki edebilen daha fazla aktöre yayılıyor. Devletlerarası ve iç siyasi kutuplaşma artıyor, kutuplaşmanın bu denli artması ise ortak çözümler bulunmasını zorlaştırıyor. Raporda yer alan bu tespiti Münih Güvenlik Konferansı’nda görüşlerini paylaşan liderler de neredeyse doğrulamış bulunuyor. Hatta Münih Güvenlik Konferansı’nda yapılan açıklamaların mevcut endişelere yenilerini dahil ettiği söylemek de mümkün. Özellikle ABD Başkan yardımcısı JD Vance'ın AfD ve Ukrayna krizi hakkındaki açıklamaları ve ardından bu açıklamalara verilen tepkiler konferansa damgasını vurdu. Konferansta yapılan açıklamalar AB ve NATO’nun geleceği hakkında endişeleri perçinlediği gibi yenilerinin ortaya çıkmasına neden oldu. Tüm bu ortamda sivil topluma yönelik fonlar daralıyor. Bu daralma sadece USAID örneğinden ibaret değil. Avrupa ülkelerinde de ciddi bir mali daralma söz konusu ve bu mali daralmaya yasal sınırlamalar eşlik ediyor. Barışçıl toplanma ve protesto hakkına getirilen sınırlamalar özellikle de Avrupa bölgesinde Filistin’de yaşananlara yönelik protestolar sırasında ayyuka çıktı. Sivil toplum örgütleri toplantı ve protesto hakkına getirilen sınırlamaları AB kurumlarının gündemine getirmek için çaba harcadı. Ancak pek çok ülke STÖ’lerin tavsiyelerine uymadı. 

Türkiye’de bir yandan sivil toplum örgütlerinin fonlara erişimi giderek daralırken, toplantı ve protesto hakkına yönelik çok sayıda kısıtlama getirildi. Tüm bunlara derneklere yapılan denetimler ve kapatma davaları eklendi. 

Türkiye’de yaşanan bir diğer sorun ise kamuoyunun STÖ’lere yönelik algısı. Türkiye’de 6 Şubat Depremleri sonrasında, STÖ’lerin sahadaki çalışmaları STÖ’lere bakışı olumlu yönde etkilenmiş görünüyor. Ancak STÖ’lerin tanınırlığı düşük. STÖ’lere olan güven düzeyi ise %36 oranında. Bu durum Türkiye’deki STÖ’lerin üye kazanmak ve kendi fonlarını elde etmek için karşı karşıya oldukları yasal ve bürokratik engellerin yanı sıra, toplumsal önyargılarla da mücadele etmek zorunda olduğunu ortaya koyuyor. Ama usta şair Nazım Hikmet’in dediği gibi “umudu var büyük insanlığın / umutsuz yaşanmıyor.” 

Umut 

Yukarıda bahsini yaptığımız tüm olumsuzluklara rağmen sivil toplum, ulus ötesi sorunlarla yüzleşmek için savunuculuk, dava açma ve dayanışmayı kullanarak direncini koruyor. 2024 yılında Çek Cumhuriyeti'nde tecavüz yasalarında reform, Polonya'da acil kontrasepsiyon erişimi, Tayland ve Yunanistahttps://lens.civicus.org/greece-another-first-for-lgbtqi-rights/n'da evlilik eşitliği yasaları gibi önemli kazanımlar elde edildi. Yurttaşlar Güney Kore, Bangladeş ve Venezuela gibi ülkelerde demokrasiyi savunurken, Senegal’de sivil toplum seçimlerin ertelenmesini engellemeyi başardı. Bunu olumlu gelişmeleri Ekvador, Hindistan ve İsviçre'de çevre davaları izledi. Hollanda’da STÖ’ler İsrail’e silah satışını durdurmak için mahkemeye başvurdular ve olumlu bir karar çıkarttılar.

Sırbistan’da 1 Kasım 2024’te Novi Sad tren istasyonundaki beton çatının çökerek 15 kişinin ölmesi sivil toplumu harekete geçirdi. Protestolar sonucunda Başbakan Milos Vucevic istifa etti. Ancak bu istifa Sırbistan yurttaşlarını tatmin etmedi. Yaşanan ölümlere yönelik protestolar, yolsuzluk karşıtı kitlesel eylemlere dönüştü. Yine Yunanistan’da 28 Şubat 2023’te Atina – Selanik hattında meydana gelen tren kazasında 57 kişinin ölümü 2025’te de unutulmadı. Ocak 2025’te Yunanistan’da 2023 kazası kitlesel protestolara sahne oldu ve Yunanistan’ı 28 Şubat 2025’te çok daha kitlesel protestoların olacağı öngörülüyordu. Öngörülen oldu. Yunanistan’da 28 Şubat 2025’de genel grev yapıldı. Hayat durdu, yüzbinlerce insan protesto gösterilerine katıldı.  

ABD’de bir yargıç Trump’ın USAID çalışanlarını işten çıkarma kararına geçici olarak durdurdu. Bu karar sendikaların başvurusu üzerine alındı. Yargıç Carl Nichols mahkemenin müdahale etmemesi halinde sendikaların “telafisi mümkün olmayan zarara” uğrayacağını, hükümetin ise “sıfır zarar” göreceğini söyleyerek sendikaların yanında yer aldı. Uluslararası Aile Planlaması Federasyonu, ILGA Europe ve Uluslararası Af Örgütü yaptıkları ortak bir açıklamayla Trump’ın hak karşıtı programıyla tüm bireyleri ve aktivistleri mücadeleye etmeye çağırdı. Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) ve üye örgütleri ve REDRESS gibi hak örgütleri Trump’ın UCM kararına uyan ülkelere yaptırım uygulayacağı yönündeki kararını protesto etti. Bunlara UCM Başkanı Tomoko Akane de eklendi. Akane yaptığı açıklamanın sonunda şunları ifade etti: “UCM Roma Statüsünde yer alan değerleri paylaşan herkesi Mahkeme'yi savunmak üzere birlik olmaya çağırıyorum. 125 taraf devletimizi, sivil toplumu ve tüm dünya uluslarını.”

Türkiye’de de çevre hareketi önemli başarılara imza attı. Akbelen’de açılmak istenen maden ocağına karşı köylüler büyük bir direniş gösterdi. Direnişin sembol isimlerinden Nejla Işık, yerel seçimlerde İkizköy muhtarı seçildi. Nejla Işık BBC’nin dünyada ilham kaynağı olan kadınları bir araya getirdiği “BBC 100 Kadın 2024” listesinde yer aldı. İkizdere, Artvin, Kazdağları gibi yerlerde sahada verilen mücadeleye, yargıda elde edilen başarılar eklendi. Yargı kararlarından biri de Kanal İstanbul projesi hakkında çıktı ve İstanbul 5. İdare Mahkemesi “rezerv alan ilânı ve çevre düzeni planı değişiklikleri” iptal etti. Öte yandan Yargıtay 2023’te Büyükada Davası'nda yargılanan hak savunucuları hakkında verilen beraat kararını 12 Şubat 2025’te onadı. 

Yapılan tüm saldırılara rağmen kadın hareketi pek çok başarıya imza attı. Hrant Dink Vakfı’nın Hrant Dink anısına her yıl verdiği uluslararası ödülün 2024’te Türkiye’den sahibi birlikte güçlenmeyi ve birlikte mücadele etmeyi amaçlayan “Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı oldu.  Hrant Dink 2024 ödül törenin “Işıklar” bölümünde ise Türkiye dahil dünyanın dört bir yanında STÖ’lerin ışık saçmaya devam ettiğini gördük. 

Sivil toplumun 2024’te sokak hayvanlarını da unutmadığını yeri gelmişken hemen belirtelim. Yaz kış demeden İstanbul Galatasaray Meydanında kayıplarını arayan Cumartesi Annelerini/İnsanlarını ve özerk-demokratik bir üniversite için Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsünde Rektörlük Binası önünde eylem yapan bilim insanlarını da listemize ekleyerek bitirelim. Sanırım bu aşamada son sözü ise Michel Foucault’ya bırakmak yerinde olacak.  Zira yaşananlar Michael Foucault’nun iktidar üstüne söylediklerini doğrular nitelikte: “İktidar ilişkileri kaçınılmaz olarak direnişe yol açar, her an direniş çağrısı yapar, direnişe imkân tanır.” 

Umut dolu direnişler dileğiyle. 
 

Image
STGM

STGM Youtube Kanalına abone olun!

STGM YouTube Kanalı'nda çeşitli eğitimler, sunumlar ve sivil alana dair güncel tartışmalar yer alıyor. Kanalımızı şimdi inceleyin, abone olun.