Yasemin Öz, 12 Haziran seçimlerinin düzen güçlerinin kendine onay istemek anlamına geldiğini savunuyor.
Öz, bunu parçalamaya yönelik adaylar olsa da bunun yeterli olmadığını anlatarak, kadının özgürleşmesi için, kadınların karar mekanizmalarına katılırken ezilmişliğe ve sömürüye karşı çıkmalarının da gerekliliğine vurgu yapıyor...
Yasemin Öz, Kaos GL üyesi, örgütün 2005 yılında dernekleşmesinden itibaren hukuk danışmanlığını yürütmekte. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Öz, 1995 yılından 2005 yılına kadar Kadın Dayanışma Vakfı ve 2007 yılından beri Amargi Kadın Kooperatifi’nin de üyesi olup, avukatlıklarını yürütmektedir. Ayrıca 2008 yılından beri Sivil Toplum Geliştirme Merkezi’nin Hukuk Hattı Koordinatörlüğü görevini üstlenmiştir. Öz, genel olarak LGBTT (lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel) ve kadın hakları ve bu gruplara yönelik şiddet ve ayrımcılık alanında, özel olarak ise kadına yönelik aile içi şiddet ve cinsel şiddet konularında, çeşitli sivil toplum kuruluşları ile gönüllü ve profesyonel çalışmalar yürütmektedir. Yasemin Öz ile kadınların Meclis’te temsil edilmelerinin önemini, feministlerin yol haritasını, toplumsal muhalefet ile ilişkilerini konuştuk.
12 Haziran seçimleri kadınlar için ne ifade ediyor? Bu seçimlerde 100 ile 120 arası kadın adayın seçilmesi bekleniyor. Bu seçilecek olan kadın milletvekillerinin kadın sorununa dair çözümleri ve faydaları ne olur?
12 Haziran seçimleri, kadınlar için eşitsizlik ve şiddet demek olan ataerkil, milliyetçi, militarist, heteroseksist, kapitalist siyasetin kendine bir kez daha onay istemesinden başka bir şeyi ifade etmiyor. Seçimlere katılacak ve bu siyasete karşı çıkan adaylar da var elbette ama çerçevesini özetle çizdiğim bu yapı hâlâ çok güçlü ve meşru, bu yapıyı sorgulayanlar ise siyasette yer bulmaktan uzak. Siyasette yer bulanlar ise, yapının kendisini dönüştürecek güce kavuşmaktan uzaklar. Zaten yapının kendisi böyle kaldığı ve bu yapı tasfiye edilmediği sürece, seçimlerin kadınların hayatında ciddi değişiklik yaratması mümkün değil. Yapıyı değiştirmediğiniz sürece içindeki hareket alanınız kısıtlı kalacak ve varlığınız yapıya tabi olacaktır. Seçimlerde daha fazla kadın milletvekilinin seçilmesinin, kadın-erkek eşitsizliğine karşı bir itiraz olmaktan öteye gitmesinin, kısa vadede mümkün olmadığını düşünüyorum. Daha çok kadının siyasette aktif pozisyonda olmasını ve karar alma mekanizmalarında yer almasını feministler olarak destekliyoruz. Bunu kadın-erkek eşitsizliğine karşı bir mücadele olarak algılıyoruz. Ancak yalnızca daha fazla kadının karar alma mekanizmasında yer alması, kadınların özgürleşmesine ciddi bir katkı sunmaz. Kadınların özgürleşmesi için, karar alma mekanizmalarındaki kadınların, kadınların ezilmesine ve sömürülmesine yol açan ataerkil, milliyetçi, militarist, kapitalist, heteroseksist yapının kendisine karşı mücadele etmeleri gerekir. Yani karar alma mekanizmalarındaki kadınlar feminist, anti-kapitalist, anti-milliyetçi, anti-militarist, ekolojist ve anti-heteroseksist bir siyaset yapmadıkları sürece, hangi kademeye gelirlerse gelsinler, kadınları ezen ve sömüren bloku güçlendirmekten kaçınamazlar ve blokun içinde erimeye mahkûm kalırlar. Kadınların milletvekili seçilmesinin değersiz olduğunu söylemiyorum ama yeterli olmadığını söylemeye çalışıyorum.
Kadınların siyasette ve hayatta daha aktif olmaları ne gibi sonuçlar doğurur? Kadınların siyasette ve hayatta daha aktif olabilmesi için sizce neler yapılmalı?
Kadınların siyasette ve hayatta daha aktif olmaları, eşitsizliğe karşı bir direnişi örer. Eşitliğe doğru yol alınmasını sağlar. Aktif olabilmeleri için ise bağımsız kadın örgütlenmesinin önemli bir işlevi olduğunu düşünüyorum. Bağımsız kadın örgütlenmesinin; kadınların farkındalık geliştirmesinde, özgüven kazanmasında ve özgürlük alanlarını genişletmek yönündeki dönüşümlerinde ciddi bir katkısı olduğunu düşünüyorum.
Kadın milletvekili adaylarının ağırlıklı olarak değinmeleri gereken konular sizce neler? Kadın meselesi dışında hangi meselelere öncelik vermeliler?
Kadın milletvekillerinin her türlü eşitsizlik, şiddet, ayrımcılığa ilişkin harekete geçmelerini bekliyorum. Zira kadına yönelik şiddet ve eşitsizlik, şiddeti ve eşitsizliği yaratan diğer dinamiklerden ayrı işlemiyor. Şiddeti ve ayrımcılığı yaratan tüm dinamikler, kadına yönelik şiddet ve eşitsizliği de besliyor. Şiddet ve ayrımcılığı besleyen yapıların bazılarına hiç dokunmazken kalanların yok olmasını beklemek gerçekçi değil. Kadınlar erkeklerden farklı sorunlar yaşıyor elbette. Ama kadınlar erkeklerin yaşadığı neredeyse tüm sorunları yaşadıkları gibi, ayrıca kadın olmaktan kaynaklanan sorunları da yaşıyorlar. Bu anlamda yaşamda var olan her mesele, kadınların da meselesi. Kadın milletvekillerinin kadınların aile içinde, sokakta, eğitim ve istihdam alanında, toplumsal yaşamda, savaşta vs kadınlıklarından dolayı yaşadıkları her türlü şiddeti önlemek için mücadele etmelerini bekliyoruz. Sığınaksız bir dünya için daha çok sığınak açılmasına, cinsel şiddeti önlemek için kriz merkezleri kurulmasına, yasalardaki eşitsiz ve ayrımcı tutumları engelleyecek çalışmalar yapmasına ilişkin bir mücadele yürütmelerini bekliyoruz. Ancak bunlar yeterli olmayacaktır sorunu çözmek için. Sorunu çözmek, sorunu yaratan yapının bütünlükçü bir perspektifle tasfiyesinden geçer. Bu anlamda yoksulluk, savaş gibi temel meselelere dokunmayan bir kadın siyaseti kadınları özgürleştiremez.
‘Toplumsal muhalefetteki ataerkillik sona ermeli’
Feminist gruplar neden sadece kadın kimliğinin sorunları üzerinde durup diğer toplumsal muhalefet kesimleriyle yan yana gelemiyorlar?
Feminist grupların sadece kadın kimliğinin sorunları üzerinde durduğunu düşünmüyorum. Ataerkilliği ve onu besleyen yapıları baştan beri mesele ettiklerini ve özgürlüğü bütüncül bir yaklaşımla ele aldıklarını düşünüyorum. Toplumsal muhalefet kesimleriyle de savaş, yoksulluk, ayrımcılık gibi pek çok konuda yan yana gelme deneyimleri oldukça fazla. Ancak toplumsal muhalefet diyerek kastettiğiniz karma yapılar da ataerkilliği oldukça taşıyorlar ve bu nedenle toplumsal muhalefetle gerçek bir işbirliği kurulamıyor. İşbirliği kurulabilmesi için önce toplumsal muhalefetteki ataerkilliğin sona ermesi gerekiyor, feministler bununla da mücadele etmek zorunda bırakılıyor. Burada işbirliğini engelleyen feminist ideoloji değil, toplumsal muhalefetin kendi ataerkilliğiyle hesaplaşmaması. Elbette, feminist örgütlerin kendi mücadele alanlarını yaratabilmek için bağımsız kalma isteği, gelirden eşit pay almayan kadınların güçlü finansmanları olmaması nedeniyle mücadeleyi gönüllülük esası üzerinden yürütmelerine de yol açıyor. Var olan sınırlı ve çoğunlukla gönüllü insan gücü, kadına yönelik şiddetin yoğun bir şekilde yaşandığı bir toplumda enerjisini sürekli kadına yönelik şiddetle mücadelede akıtmak zorunda kalıyor, dolayısıyla her meseleyi gerektiği kadar ele alamamaya da neden oluyor bu kaynak eksikliği. Bunu da yadsımıyorum. Ama temel sorun, toplumsal muhalefetin kendi ataerkilliği.
http://www.birgun.net/actuel_index.php?news_code=1305372550&year=2011&month=05&day=14