.
Ekim ayında Meclis’e sunulan ve Anadolu’nun dört bir yanındaki doğa korumacılar tarafından büyük tepkiyle karşılanan “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı” 9 Kasım 2010′da yayınlanan Avrupa Birliği Türkiye 2010 İlerleme Raporu’nda da yer alarak “endişe verici bir gelişme” olarak değerlendirildi.
Avrupa Birliği Türkiye 2010 İlerleme Raporu’nun “Çevre” kısmında Kanun Tasarısı ile ilgili olarak Doğa koruma konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmedi. Doğa koruma ve biyolojik çeşitlilikle ilgili Meclis’e sunulan taslak yasa, özellikle Türkiye’nin Natura 2000 ağına katılabilecek birçok alanın mevcut koruma statüsünü ortadan kaldırması bakımından endişeler yaratıyor.” şeklinde bir ifadeye yer verildi. Tabiat Kanunu İzleme Girişimi , Rapor?da yer alan bu ifadenin; aslında iddia edildiği gibi Kanun Tasarısı’nın AB’ye uyum süreci kapsamında hazırlandığı ve AB standartlarını karşıladığı söylemlerini ortadan kaldırdığına dikkat çekiyor.
Raporda ayrıca, ülkemizde doğa koruma çalışmalarına ağırlık verilmesi, çok az sayıda ve ülke yüzölçümünün ancak %5′ini oluşturan korunan alanların, nicelik yanında nitelik olarak da arttırılması gereği vurgulandı. Avrupa Birliği’nin bu saptaması, ülkemizde uluslararası yaklaşımlarla uyumlu bir doğa koruma anlayışının yerleşmesi ve uygulanması için gerekli ilke ve yöntemleri kapsayan bir yasal altyapıya ihtiyaç olduğuna işaret etmektedir.
İlerleme Raporu’nda da dikkate sunulan doğrultuda Tabiat Kanunu İzleme Girişimi;
1. Doğal yaşama sahip çıkılması için bu yasa taslağının geri çekilmesi ve yeni bir yasa hazırlığının başlatılmasını,
2. Hazırlık sürecinde doğanın haklarının ve uluslararası taahhütlerin dikkate alınmasını,
3. Gerek hazırlık ve gerekse uygulama sürecinde sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte hazırlanmasını,
4. Bu sürecin hayata geçirilmesinde tüm milletvekillerinin ve yetkililerin aktif sorumluluk almasını talep ediyor.
Ayrıntılı bilgi için:
Hüsrev Özkara, Girişim Sözcüsü
Tel: 0 533 394 47 11 ve 0 554 584 79 09
http://tabiatkanunu.wordpress.com/
(Yeşil Gazete)
Avrupa Birliği: Doğa Korumada İlerleme “Sıfır”, Tabiat Kanunu Tasarısı “Endişe Verici”
Ekim ayında Meclis’e sunulan ve Anadolu’nun dört bir yanındaki doğa korumacılar tarafından büyük tepkiyle karşılanan ”Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı” 9 Kasım 2010’da yayınlanan Avrupa Birliği Türkiye 2010 İlerleme Raporu’nda da yer alarak “endişe verici bir gelişme” olarak değerlendirildi.
Avrupa Birliği Türkiye 2010 İlerleme Raporu’nun “Çevre” kısmında Kanun Tasarısı ile ilgili olarak "Doğa koruma konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmedi. Doğa koruma ve biyolojik çeşitlilikle ilgili Meclis'e sunulan taslak yasa, özellikle Türkiye'nin Natura 2000 ağına katılabilecek birçok alanın mevcut koruma statüsünü ortadan kaldırması bakımından endişeler yaratıyor." şeklinde bir ifadeye yer verildi. Tabiat Kanunu İzleme Girişimi , Rapor’da yer alan bu ifadenin; aslında iddia edildiği gibi Kanun Tasarısı’nın AB’ye uyum süreci kapsamında hazırlandığı ve AB standartlarını karşıladığı söylemlerini ortadan kaldırdığına dikkat çekiyor.
Raporda ayrıca, ülkemizde doğa koruma çalışmalarına ağırlık verilmesi, çok az sayıda ve ülke yüzölçümünün ancak %5’ini oluşturan korunan alanların, nicelik yanında nitelik olarak da arttırılması gereği vurgulandı. Avrupa Birliği’nin bu saptaması, ülkemizde uluslararası yaklaşımlarla uyumlu bir doğa koruma anlayışının yerleşmesi ve uygulanması için gerekli ilke ve yöntemleri kapsayan bir yasal altyapıya ihtiyaç olduğuna işaret etmektedir.
İlerleme Raporu’nda da dikkate sunulan doğrultuda Tabiat Kanunu İzleme Girişimi;
1. Doğal yaşama sahip çıkılması için bu yasa taslağının geri çekilmesi ve yeni bir yasa hazırlığının başlatılmasını,
2. Hazırlık sürecinde doğanın haklarının ve uluslararası taahhütlerin dikkate alınmasını,
3. Gerek hazırlık ve gerekse uygulama sürecinde sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte hazırlanmasını,
4. Bu sürecin hayata geçirilmesinde tüm milletvekillerinin ve yetkililerin aktif sorumluluk almasını talep ediyor.
Ayrıntılı bilgi için:
Hüsrev Özkara, Girişim Sözcüsü
Tel: 0 533 394 47 11 ve 0 554 584 79 09
http://tabiatkanunu.wordpress.com/
Tabiat Kanunu İzleme Girişimi’ne Destek Veren Kurumlar
1. Adana Gençlik Birliği Derneği
2. Asin ve Mandalya Körfezlerini Koruma Platformu
3. Bodrum Mavi Yol Girişimi
4. Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği
5. Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
6. Buldan Doğal Hayatı ve Kültürünü Koruma Derneği
7. Çevre Ekoloji ve Yaban Yaşamı Destekleme Derneği
8. Çevre Hukuku Derneği
9. Çevre ve Kültürel Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL)
10. Çiğ Süt Üreticileri ve Süt ve Süt Ürünleri Tüketicileri Grubu
11. Datça Çevre ve Turizm Derneği
12. Demokratik Eğitimciler Sendikası
13. Doğa Derneği
14. Doğa Koruma Merkezi
15. Doğa Koruma Vakfı
16. Doğa ve Çevre Vakfı
17. Doğa ve Çevre Derneği
18. Doğa ve Çevre Dostu Amatör Oltacılar Derneği
19. Doğa ve Yaban Hayatı Koruma Derneği
20. Doğal Hayatı Koruma Vakfı/ WWF Türkiye
21. Doğal ve Tarihi Değerleri Koruma Derneği
22. Doğal Yaşam Derneği
23. Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği (DOĞADER)
24. Ege Derneği
25. Ege Orman Vakfı
26. Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği
27. Ekolojik Yaşam Derneği
28. Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği
29. Emanetçiler Derneği
30. Eskişehir Çevre Derneği
31. Gökova Akyakayı Sevenler Derneği
32. Greenpeace Akdeniz
33. GÜMÇED Edremit Körfez Şubesi
34. Gürsel Tonbul Çiftlik İşletmesi
35. Halk Kültür Sanat ve Eğitim Derneği
36. Hayvan Hakları Federasyonu
37. Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği
38. İklim İçin Gençlik Girişimi
39. Karadeniz Doğa Koruma Federasyonu
40. Karadeniz Yazarlar Birliği Derneği
41. Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği
42. Kolaylaştırıcı Dernek
43. Kuş Araştırmaları Derneği
44. KuzeyDoğa Derneği
45. Küre Dağları Ekoturizm Derneği
46. Mezopotamya Doğa Platformu
47. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
48. Nilüfer Kent Konseyi
49. Osmaniye Çevre Platformu
50. Proje Evi
51. Slow Food Fikir Sahibi Damaklar Hareketi
52. Slow Food Ankara Birliği
53. Slow Food Yağmur Böreği Birliği
54. Sualtı Araştırmaları Derneği
55. Sürdürülebilir Kırsal ve Kentsel Kalkınma Derneği
56. Tarımsal Kalkınma Derneği
57. Toplum Sağlığı Araştırma ve Geliştirme Merkezi Derneği
58. Toprak Ana Platformu
59. Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu (TURÇEK)
60. Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA)
61. Türkiye Ormancılık Kooperatifleri Merkez Birliği
62. Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD)
63. Validebağ Gönüllüleri Derneği
64. Warriors of the World (WOFTHEW)
65. Yağcılar ve Demircili Köyleri Çevre Derneği
66. Yaşam Alanlarını Koruma ve Yaşatma Derneği
67. Yenişehir Çevre Hareketi
68. Yeşil Artvin Derneği
69. Yuva Derneği
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı: Yabancılaşma, Mülksüzleştirme
Kamu Yönetiminde 2000’li yıllarla birlikte yaşanan dönüşüm etkisini Doğa Koruma alanında da gösterdi.
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısının ekim ayının son haftasında meclis gündemine taşınması ile Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı olarak bilinen ve tüm kamu yönetimini düzenleyen Kanun döneminde yaşanan tartışmaları bir kez daha hatırlama zorunluluğu doğdu. Kamuoyunda her ne kadar milli parkların, sitlerin ortadan kaldırılacağı yönünde bir propaganda üzerinden kanuna karşı set oluşturulmaya çalışılsa da bu tartışmalar hem gerçeği yansıtmaktan uzak, hem de yaşanan dönüşümü açıklama konusunda bir ipucu vermekte yetersiz kalıyor. Kültür Doğa’dan Kopartılıyor
Türkiye’nin 100 yılı aşkın koruma pratiği dikkate alındığında, kültürel ve doğa varlıklarının bir arada korunmasını esas alan bir koruma yaklaşımı gelişmiş ve bu konuda zayıf da olsa uygulama tarzları olgunlaşmıştır. Söz konusu ettiğimiz Tabiat Kanunu ile getirilen ilk düzenlemenin esasının, kültür varlıklarının korunması ile doğa varlıklarının korunmasının birbirinden ayrılmasına yönelik hukuki, idari ve siyasi bir düzenlemeye yöneldiği anlaşılıyor. Kültür varlıkları, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın uhdesinde doğa varlıklarının ise Çevre ve Orman Bakanlığı’nca korunması-kullanılmasına yönelik bir alt yapı oluşturulmak istenmiş. Bu anlamıyla da doğa varlıkları, tarihten ve kültürden kopartıldığı gibi diğer yandan da kültür varlıkları kapsamında bırakılan arkeolojik ve tarihi sitlerdeki varlıklar doğadan kopartılmıştır. Kültür varlıkları salt bir binaya, bir mekâna indirgenmektedir. Böylesine bir düzenlemenin gerekçesi olarak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurullarının doğa varlıklarını korumaya yönelik teknik yetersizlikleri, bütçe sorunları gösterilmiş olsa da işin esası gözlerden kaçırılmaktadır. Soru şudur, Nasıl olacak da kültür varlıkları ve doğa varlıkları birbirinden ayrılacaktır? Pek çok arkeolojik bölge aynı zamanda doğal sit alanı niteliğindedir. Bu alanlardan hangisini kim koruyacaktır? Sistem kurma arzusu ile yola çıkan uyum sürecinin aktörleri yeni bir yetki karmaşasının, korumamanın alt yapısını oluşturmaktadır. Soruyu burada bırakmadan ilerleyelim. Kanun Tasarısına göre bir alan birden fazla koruma statüsüne sahip olamayacaktır. Bir alan bu Kanun çerçevesinde “Koruma Alanı, Korunan Alan..vb” statüde koruma alanı ilan edildiyse başka bir koruma statüsünden yararlanamayacaktır. Bu durumda bir alan gen kaynağı alanı ilan edildiyse aynı alan, kuş koruma alanı ilan edilemeyecektir. Ya da bir alan kuş koruma alanı ilan edildiyse aynı alan arkeolojik sit alanı ilan edilemeyecektir. Bu şekilde bir alanın koruma statüsünün de esnekleştirilmesi kolaylaşacaktır. Tabi böyle bir statüden kurtulmak da eski koruma rejiminden çok kolay olacaktır. Kültür varlıkları ile doğa varlıklarını ayrıştırarak koruma ve kullanma dengesinin sağlanmasına yönelik bir politika ilk etkisini yetki karmaşasında yaratacak, bu sorun doğanın ve kültür varlıklarının esnekleşerek daha korumasız bir biçimde kullanılmasının önünü açacaktır. Tabi kültürün, doğa olandan yalıtılarak bir taş yığını olarak görülmesi de yıllarca iktidardakilerin ağzından dökülen sözcüklerin yasa haline geldiğinin de ilanı olarak görülmelidir.
Yeniden Temellük
Kültür ve doğa varlıkları birbirinden ayrıştırılarak bir koruma rejimi oluşturulmaya çalışılırken, kanunu amaç maddesinde “kara, kıyı, sucul ve deniz alanlarındaki ulusal ve uluslararası öneme sahip tabii değerlerin, biyolojik çeşitliliğin ve peyzajın muhafazası” doğrultusunda koruma kullanma dengesinin sürdürülebilirliğinin sağlanacağı vurgulanıyor. Burada peyzaj ile vurgulanan kırsal ve kentsel peyzaj değerleri olduğu anlaşılıyor. Bu anlamda da kentsel alanlarda da kentsel peyzaj alanlarında da bu kanunun uygulanmasının önünde her hangi bir engel yok. Zaten Kanun’un ikinci maddesinde belirtilen Boğaziçi Kanunu ile Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kanunu dışında bu kanunun uygulanacağı hükme bağlanıyor. Bu nedenle bu Kanun’un temel ve kanunlar üstü bir kanun niteliğinde tasarlandığı anlaşılıyor. Bu bağlamda da belirtmek gerekir ki, kentsel değerlerin kullanılmasında da bu Kanun’un ilkeleri hayat bulacak.
Sit kavramını arkeolojik ve tarihi sit olarak daraltan ve doğal sitler için yeni koruma-kullanma dengesi rejimi öngören bu kanun tasarısının belirsiz kavramları arasında kentsel alana doğru genişleyen dili, planlama kavramını da bu yeniden temellük siyasetinin bir unsuru olarak kurguladığı anlaşılıyor. Ekolojik alan yönetimini, bu anlamda alanın makro değerlerinin belirlenmesi sürecini de bakanlığın inisiyatifine ve kurullara havale ettikten sonra, çevre düzeni planlarında da korumaya yönelik planların kullanılması gerektiğini vazediyor. Tabi bu zorunluluk alanının ilkelerine uymak kaydıyla.
İlkeler: Koruma mı Kullanma mı?
İlkelerin düzenlendiği kanunun 4. maddesi, “Tabiat, biyolojik çeşitlilik ve peyzaj değerlerinin muhafazası ile sürdürülebilir kullanımının sağlanmasına ilişkin, korunan alanlarda koruma ve kullanım kararlarının uzun devreli gelişme planları veya her tür ve ölçekteki planlar ile belirlenmesi esastır.” Biçiminde başlıyor. İlk ilke, ilk söz önemlidir. Bu anlamda temel ilke olarak malum sürdürülebilir kalkınma ekseninde, doğa ve kültür varlıklarının nasıl piyasalaştırılacağının temel ilke olarak benimsenmesi tüm gerçekliği açığa çıkartıyor. Oysaki bu kanun gerçekten bir koruma niteliği taşısaydı ya da onların deyişiyle koruma kullanma dengesini sağlama amacı olsaydı temel ilke olarak, 4. maddenin f bendi ile başlaması gerekirdi. Buna göre de, “Tabii yaşama alanlarında; peyzajın, biyolojik çeşitliliğin ve ekosistemlerin korunması, devamlılıklarının sağlanması, iyileştirilmesi ve bu alanlardaki bitki ve hayvan türlerinin muhafazası” temel ilke olmalıydı. Ama kanun yapıcı sözünü ve niyetini hiç gizlemeden, ilkelerin temel giriş cümlesini, korumayı lağvedecek biçimde düzenlemiştir.
Tabiat Kanun’u “Üstün Kamu Yararı” İradesini Ele Alıyor
Korunacak alanlarda verilen izinlerle ilgili Kanun’un 15. maddesinde ki düzenlemeye göre, Tabiatı koruma alanları, yaban hayatı koruma sahaları, gen koruma alanlarında ve korunan alanların mutlak koruma bölgelerinde hiçbir kullanıma izin verilemez, intifa ve irtifak hakkı tesis edilemez. Ancak, bu alanlarda ülke düzeyinde, üstün kamu yararı ve stratejik kullanımı gerektiren kullanma izni, intifa ve irtifak hakkı Bakanlar Kurulu kararı ile verilebilir. Birinci ve ikinci fıkralara göre verilebilecek izne dayanarak gerçek ve tüzelkişiler lehine tesis edilecek intifa veya irtifak hakkı süresi yirmi dokuz yılı geçemez. Ancak, Bakanlığın uygun görmesi halinde bu süre kırk dokuz yıla kadar uzatılabilir. Hazinenin özel mülkiyetindeki taşınmazlarla ilgili olarak Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınır” denilmektedir. Türlerin ve tabii yaşama alanlarının korunması ve ekolojik etki değerlendirmesi başlıklı 16. maddede de “Korunması gereken yabani bitki ve hayvan türleri ile yaşama ortamları ile ilgili plan, proje ve faaliyetlerin muhtemel etkileri için ekolojik etki değerlendirmesi yaptırılır. Bu tür ve habitatları tahrip eden faaliyetlere izin verilmez. Ancak, üstün kamu yararı bulunması halinde tahrip unsurlarını en aza indirecek tedbirlerin alınması şartıyla Bakanlıkça izin verilebilir. Bu durumda Bakanlık biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkiyi telafi edici tedbirleri alır veya aldırır.” Biçiminde düzenlenmiştir. İstisna yaratmanın genel bir düzenleme biçimi haline aldığı bu norm tekniğinde dikkat edileceği gibi Kanun, kamu yararını değil üstün kamu yararını esas alarak düzenleme yapmıştır. Üstün kamu yararı kavramı daha önce yargı kararlarıyla hukuk dünyasında içtihat haline gelmiştir. Yarışan iki hak olduğunda, yargı, çevre sağlığından çevre hakkından yana tavır alarak mahkeme kararlarında üstün kamu yararını ön plana alarak kararlar vermişti. Şimdi siyasi iktidar üstüm kamu yararı kavramı üzerinde hegemonya kuruyor. Bu konuda, “ben karar veririm” diyor. Anayasa değişikliği ile birlikte düşündüğümüzde, düzenlemede kamu yararının ve üstün kamu yararının ne olacağını biz karar veririz denilmektedir. Her türlü habitat ve doğa alanında tahribatı en aza indirerek bu alanların kullanma hakkının devrini düzenleyen Yasa, genetik zenginliği, şirketler için de iyi bir yatırım alanı olarak görüyor.
Mülksüzleştirme
Özel olarak korunan yabani bitki ve hayvan türleri ve yaşama alanları başlıklı 17. maddenin 3. fıkrasında “Korunan alanlarda endüstriyel kullanıma konu edilecek yabani bitki ve hayvan türlerinin tabii ortamlarından toplanması, kullanılması ve elverişli bir konumda muhafaza edilmeleri için gerekli tedbirler Bakanlıkça alınır veya aldırılır.” deniliyor. Kanun bu düzenlemesi daha önce Tohumculuk Hakkında Kanun’da olduğu gibi kırsal alanda yaşayanların bir hakkını daha elinden alıyor. İlaç, tohum, gıda sanayinin önemli hammaddelerinin kanun doğrultusunda şirketler tarafından yapılmasına yönelik düzenleme yapılıyor. Dağlardan tıbbi bitki toplayarak köy pazarlarında geçim sağlama devri kapanıyor. İlaç ve genetik endüstrisi gen kaynağı niteliğindeki alanların denetimini sağlayacak biçimde, Bakanlık eliyle bir serbesti düzeninin olanağına kavuşuyor.
Gelirler Başlıklı 28. maddede de “Kamu kurum ve kuruluşları hariç olmak üzere korunan alanlardaki izin haklarına dayanılarak yapılacak her türlü tesislerden proje bedeli tutarının %3’ü oranında tahsil olunacak bedeller.” Sadece bu düzenlemenin kendisi bile yaşanacak olumsuzlukların habercisidir. Tüm genetik varlıklar, ekolojik açıdan hassas bölgeler bu madde doğrultusunda ticari işletme baskısı altında kalacaktır. Merkezi yerde büfe açmaktansa, merkezi yerde milli park kapatmak daha iyi bir yatırım olacaktır.
İşletme yetkisinin devrini düzenleyen 34. maddede ise “Tür ve habitatların korunması için gerektiğinde işletme yetkisi, talepte bulunmaları halinde il özel idarelerine, belediyelere, bu Kanunun amacına uygun faaliyetleri yürütmek üzere kurulan vakıf veya derneklere Bakan onayı ile devredilebilir.” Denilmektedir. Burada ilk dikkat etmemiz gereken husus, devir yetkisinin Bakan eliyle yapılmasıdır. Bu kamu yönetiminde tek adam anlayışının yagınlaşmasına yol açacaktır. Bakana yakın olmak, bu işletme devirlerini almak için bir avantaj sağlayacaktır. Bu şekilde bir düzenleme, yıllardır doğa koruma alanında çalışan pek çok dernek ve vakfın daha fazla iktidar dolayımlı siyaset üretmesine yol açacaktır. Hele ki koruma kullanma dengesinin bürokratlardan oluşan kurullar eliyle yapıldığı göz önüne alındığında, koruma sürecinden toplumun zayıf kesimlerinin ve doğanın kovulduğu anlaşılmaktadır.
Bütçe Kanunu Bir Dönemeçtir
2011 yılı bütçesi mecliste onaylanmayı beklemektedir. Tabiatı Koruma Kanunu’nun olumsuzluklarına karşı durabilmek için, 2011 yılı Bütçe Kanunu’na karşı söz söylemek gerekiyor. Bütçe Kanunu, sermayenin yatırım yapmasın önündeki her türlü yasal ve toplumsal engeli kaldırmak için hazırlanıyor. Bu doğrultuda da doğayı korumayı esas alan, kentlerin kır ile birlikte dengeli birlikteliğini esas alan, enerjinin demokratik planlamasını göz önünde bulunduran bir şekilde hazırlanması gerekir. İklim adaletini sağlamayan bir bütçe doğayı koruyamayacağı gibi ekolojik krizi de daha fazla derinleştirecek ve işsizlik, yoksulluk sorunlarını da arttıracaktır.
*Ekoloji Kolektifi’nin 30. 10.2010 tarihinde Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı gündemi ile yaptığı çalışma toplantısının sonuç metnidir.
Doğa Korumaya Doğa Koruma Yasasıyla Darbe
Türkiye’nin doğası yeni bir kanun taslağının kıskacı altında. “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu” adı altında hazırlanan yasa taslağı, Bakanlar Kurulu’nca onaylanarak TBMM Gündemine alındı. Yasa taslağı bu haliyle onaylanırsa, ülkemizin doğası için geri dönüşü olmayacak tahribatların önü açılmış olacak.
Tabiat Kanunu İzleme Girişimi; 2003 yılında sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla hazırlık süreci başlatılan ancak günümüzde temel prensipleri ve içeriği tümüyle değiştirilip, STK’ları süreçten dışlayarak son haline getirilen “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Taslağı”na karşı görüş oluşturmak ve mücadele etmek üzere kuruldu. Tabiat Kanunu İzleme Girişimi; söz konusu yasanın ilk biçimlenmesinde aktif rol oynamış kurumların yanı sıra, ülkemizin doğasını, temel bilimsel koruma yaklaşımını, uygulama süreçlerini ve yaptırımları olumsuz yönde etkileyeceğini öngören 46 sivil toplum kurumundan oluşuyor.
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Taslağı onaylanırsa;
1. Ülkemizde dünyada kabul gören prensipler doğrultusunda doğayı koruyan bir yasal yapı olmayacak: Uluslararası ve ulusal mevzuatta son 20 yıldır biyolojik çeşitliliğin korunması hedefiyle oluşturulmuş “sürdürülebilirlik”, “koruma kullanma dengesi”, “üstün kamu yararı” ve benzeri kavramlar, söz konusu yasada yetersiz ve muğlâk tanımlanmıştır. Bir yasanın temel yaklaşımını ortaya koyan bu kavramlar; gerçekte biyolojik çeşitliliğin korunması yerine, doğayı tahrip edebilecek yatırımlar da dâhil her türlü kullanımın önünü açmaya hizmet edecek yönde şekillendirilmektedir.
2. Ülkemizde 1000’in üzerindeki “Doğal Sit” statüsü kaldırılarak, tahribin önü açılacak: Doğal sitler bugün Türkiye’de hala bakir kalmış kıyılara sahip olabilmemizin nedenidir. Bunun yanı sıra HES’ler başta olmak üzere doğal sit alanlarında gerçekleştirilen ve doğaya zarar veren birçok müdahale, koruma kurulları ve mahkemelerce engellenebilmektedir. Bakanlar Kurulu’nda onaylanan “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı”nın Meclis tarafından onaylanmasıyla birlikte doğal sit statüleri ortadan kaldırılacak ve hâlihazırda bağımsız bir yapıya sahip olan Koruma Kurulları’nın doğal sitlerle ilgili herhangi bir yetkisi kalmayacaktır. Bu düzenlemeyle birlikte ülkemizdeki 1234 Doğal Sit Alanı’nın kaderi ağırlıklı olarak kamu kurumu yetkililerinden oluşan yeni bir kurula terk edilecektir. Bu statünün bilimsel ve hukuki hazırlık yapılmaksızın başka bir kanun altında yeniden tanımlanarak farklı bir koruma statüsü haline dönüştürülmesi doğru değildir. Hukuk uzmanlarının ve tarafların ortak çalışması olmadan bir dönüştürme girişimi ancak var olan hukuksal kazanımları ortadan kaldırma, koruma kurulu gibi yerel bir mekanizmayı tasfiye etme ve doğayı tahrip edecek yatırımların ve kaçak yapılaşma girişimlerinin hayata geçirilmesini kolaylaştırma anlamı taşımaktadır. Bu açıdan bakıldığında, geçtiğimiz hafta İkizdere Vadisi’nin Doğal Sit Alanı ilan edilmesinin üzerinden daha birkaç gün geçmişken, bu kanun taslağının ışık hızıyla Meclis gündemine getirilmesi oldukça manidardır.
3. Yasal olarak maden, kentleşme, enerji vb yatırımlar doğayı ne ölçüde tahrip ederse etsin ayrıcalık kazanacak: Yasanın ülkemizdeki koruma çalışmalarının tümünü yönlendirebilecek, korunan alanlar ve/veya biyolojik çeşitlilik üzerindeki tehditleri ve diğer sektörlerle (maden, kentleşme, enerji vb.) arasındaki çatışmalara çözüm getirebilecek bir yasa tasarısı olma yönündeki başlangıçtaki tutumu tümüyle değiştirilmiştir. Ayrıca, yasanın ilk taslağındaki madde sayısının yarı yarıya azaltılmış olması ve tüm belirleyici ve uygulamayla ilgili kritik hükümlerin gelecekte hazırlanacak yönetmeliklere bırakılması, söz konusu yasa tasarısının temel hedefini ve etkinliğini büyük ölçüde zayıflatmaktadır.
Bu 3 temel noktadaki kayıp ülkemizdeki doğa koruma çalışmalarının ve kazanımlarının yok edilmesi anlamına gelmektedir. Tabiat Kanunu İzleme Girişimi;
1. Doğal yaşama sahip çıkılması için bu yasa taslağının geri çekilmesi ve yeni bir yasa hazırlığının başlatılmasını,
2. Hazırlık sürecinde doğanın haklarının ve uluslararası taahhütlerin dikkate alınmasını,
3. Gerek hazırlık ve gerekse uygulama sürecinde sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte hazırlanmasını, talep eder.
Ayrıntılı bilgi için:
Hüsrev Özkara, Girişim Sözcüsü
Tel: 0 533 394 47 11 ve 0 554 584 79 09
http://tabiatkanunu.wordpress.com/
Tabiat Kanunu İzleme Girişimi’ne Destek Veren Kurumlar
1. Adana Gençlik Birliği Derneği
2. Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği
3. Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
4. Doğa Derneği
5. Doğa Koruma Merkezi
6. Doğa ve Çevre Vakfı
7. Doğa ve Yaban Hayatı Koruma Derneği
8. Doğal Hayatı Koruma Vakfı/ WWF Türkiye
9. Doğal ve Tarihi Değerleri Koruma Derneği
10. Doğal Yaşam Derneği
11. Ege Derneği
12. Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği
13. Ekolojik Yaşam Derneği
14. Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği
15. Emanetçiler Derneği
16. Gökova Akyakayı Sevenler Derneği
17. Greenpeace Akdeniz
18. GÜMÇED Edremit Körfez Şubesi
19. Gürsel Tonbul Çiftlik İşletmesi
20. Halk Kültür Sanat ve Eğitim Derneği
21. İklim İçin Gençlik Girişimi
22. Karadeniz Doğa Koruma Federasyonu
23. Karadeniz Yazarlar Birliği Derneği
24. Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği
25. Kolaylaştırıcı Dernek
26. Kuş Araştırmaları Derneği
27. KuzeyDoğa Derneği
28. Küre Dağları Ekoturizm Derneği
29. Mezopotamya Doğa Platformu
30. Nilüfer Kent Konseyi
31. Proje Evi
32. Slow Food Fikir Sahibi Damaklar Hareketi
33. Slow Food Ankara Birliği
34. Slow Food Yağmur Böreği Birliği
35. Sualtı Araştırmaları Derneği
36. Sürdürülebilir Kırsal ve Kentsel Kalkınma Derneği
37. Tarımsal Kalkınma Derneği
38. Toplum Sağlığı Araştırma ve Geliştirme Merkezi Derneği
39. Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu
40. Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı
41. Türkiye Ormancılık Kooperatifleri Merkez Birliği
42. Validebağ Gönüllüleri Derneği
43. Yaşam Alanlarını Koruma ve Yaşatma Derneği
44. Yağcılar ve Demircili Köyleri Çevre Derneği (YADEM)
45. Yenişehir Çevre Hareketi
46. Yeşil Artvin Derneği