Şanlıurfa Cezaevi’ndeki yangın ülke çapında cezaevlerinde yaygınlaşan ve yeni ölümlerin yaşanmasından kaygı duyduğumuz olayların ilk kıvılcımı oldu.
Tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinin insan onuru ile bağdaşmayan yaşam koşulları ve aşırı doluluğuna karşı adeta bir volkan gibi patlayan tepkileri maalesef beklenmedik bir gelişme değildir.
Urfa Cezaevi’nde 13 insanın ölümü ile sonuçlanan bu patlama bir birikimin sonucudur ve yıllardır tüm uyarı ve önerilerimize karşın göz göre göre gerçekleşmiştir.
Cezaevleri her dönem insan hakları ihlallerinin yoğun yaşandığı mekânlar olarak ülkenin bir türlü iyileştirilemeyen kanayan yarası olmuştur. İşkence ve tecrit uygulamaları, sağlık hakkı ihlalleri, anadil yasağı gibi öne çıkan ihlallerin yanı sıra denetimli serbestlik, cezanın paraya çevrilmesi, hükmün açıklanmasının ertelenmesi gibi farklı uygulamalara karşın cezaevlerinin aşırı doluluğu sorunların ana kaynağını oluşturmaktadır.
Bugün siyasal iktidar için tüm toplumu kriminalize edip cezaevlerini doldurmak devlet olmanın yeter koşulu olarak görülüyor. Nitekim cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 2005 yılında 55.870 iken 31 Mart 2012 tarihinde 132.369’a yükselmiş ki, Türkiye yakın tarihinde bu denli keskin bir artışa tanık olunmamıştır. (Denetimli serbestlik gibi düzenlemeler ile 31 Mayıs 2012 tarihinde toplam sayı 125.100 olmuştur)
Evet, bu yolla sadece otorite tesis edilerek devlet olunabilir ama insan haklarına saygılı demokratik bir devlet olunamaz. Çok iyi biliyoruz ki demokratik bir devlette tüm yurttaşların, bilhassa da cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü yurttaşların yaşam hakları ve güvenlikleri mutlak olarak güvence altındadır. Dolayısıyla da fiziksel yapı, insan gücü ve mali yetersizlikler cezaevlerine kapatılmış insanların haklarının korunamamasının mazereti olamaz, dahası bu tür mazeretlere dayalı ihlaller, işkence yasağı ve yaşam hakkı ihlali kapsamına girer.
Gerçek bu denli açıkken, cezaevleri sorunun özel bir gündem ol(a)maması sonucu, şimdi Urfa cezaevinde kalan çocuklar dâhil her yaştan tutuklu ve hükümlü, her türlü insani iletişim yolunun tıkanması sonucu son seçenek olarak, yanmak pahasına, yetkililere ve topluma seslerini duyurmaya çalıştırlar. Bu durum tüm insani değerlerimizin ne denli tahrip olduğunun bir fotoğrafıdır. İnsanlık ailesi artık bu onursuzluğu kaldıramaz.
Aslında herkes tarafından nedenleri açıkça bilinen bu olayla ilgili olarak Sayın Adalet Bakanı “konuyu araştıracaklarını” ifade ediyor. Sayın Bakan, olası hak ihlalcisinin aynı zamanda hakların koruyucusu olamayacağı, ihlallerden doğrudan sorumlu olanların kendilerine yönelik soruşturma başlatamayacağı gerçeğini, bu ülke cezaevlerinde yaşanan onca acı deneyimin sonucu öğrendiğimizi unutarak, bizleri buna inandırmaya çalışıyor.
Gerek bu son olayın sorumlularının tespiti, gerekse de bundan sonra benzer acıların yaşanmasının önüne geçilebilmesi için insanlık ailesinin acı deneyimlerinden süzülmüş uluslararası insan hakları belgelerinde yer aldığı gibi, derhal etkin ve bağımsız bir inceleme ve soruşturma heyetinin görevlendirilmesi gereğini bir kez daha hatırlatıyoruz.
Bu vesile ile trajikomikliği daha iyi anlaşılsın diye bugünlerde TBMM Genel Kurul gündemine getirilen Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHK) yasa tasarısının kabul edilemezliğini, hele de TİHK’ ın Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü’nde (Seçmeli Protokol) belirtilen Ulusal Önleme Mekanizması rolünü de üstlenmesinin doğuracağı zararları kamuoyu ile bir kez daha paylaşmak isteriz.
Yaşanan son olay ve benzerinin henüz daha gerçekleşmeden önlenebilmesi açısından önemli bir imkan olabilecek bağımsızlığı güvence altına alınmış Ulusal İnsan Hakları Kurumu’nu hükümete bağlı basit bir araç/kuruluş haline getirdiği için sözkonusu yasa tasarısı başta insan hakları kuruluşları, üniversiteler, barolar ve uluslararası uzmanlar olmak üzere konuyla ilgili tüm kişi ve kuruluşlar tarafından çok kapsamlı ve net bir biçimde eleştirilmiş, karşı çıkılmıştır.
Urfa Cezaevi’nde başlayıp yaygınlaşan, hepimizi derin üzüntü ve kaygı içinde bırakan olaylar bir kez daha çok açık biçimde göstermiştir ki BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü (Seçmeli Protokol)’ne göre oluşturulacak “önleme mekanizması” mutlak olarak bağımsız ve ayrı bir örgütlenmeye sahip olmalıdır.
Şanlıurfa Cezaevi’nde başlayıp yaygınlaşan, hepimizi derin üzüntü ve kaygı içinde bırakan olaylar bir kez daha çok açık biçimde göstermiştir ki BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü (Seçmeli Protokol)’ne göre oluşturulacak “önleme mekanizması” mutlak olarak bağımsız ve ayrı bir örgütlenmeye sahip olmalıdır.
Hayat maalesef yaşanan acılar yoluyla öğretmeye devam ediyor. İşte, bir önleme mekanizması tam da bu nedenle olmalıdır: İlk kez 2005 yılında Hükümet tarafından imzalanan Seçmeli Protokol’ün TBMM’de onaylanıp uygulamaya geçirilmesi için 7 yıldır beklenmeseydi, bugün cezaevlerinde yaşanan sorunlar bu boyutta olmayacak, Urfa Cezaevi’nde 13 kişi yaşamını yitirmeyecek ve yakınlarının yüreğine ateş düşmeyecekti.
Sonuç olarak;
Hükümet ve diğer tüm sorumlular bu acı gerçekten ders çıkarmalı ve derhal yanlıştan geri dönmelidirler.
- Urfa Cezaevi’nde yaşanan olaylarının her düzeydeki sorumlularının tespitine yönelik derhal etkin ve bağımsız bir inceleme ve soruşturma yapılmalıdır.
- Her düzeydeki ilgili sorumlulara yönelik soruşturma süreçleri hızla tamamlanıp sorumluların hesap vermeleri sağlanmalıdır.
- Çoktandır insan hakları ihlallerinin katlanılmaz boyutlara ulaştığı açık olan ülkemizde cezaevlerine yönelik durum tespiti ve kısa vadeli olanlar başta olmak üzere çözüm yollarına ışık tutacak bütünlüklü bir çalışma yapacak ilgili bağımsız uzmanların katılımı ile özel bir komisyon oluşturulmalıdır.
- TİHK Yasa Tasarısı geri çekilmeli, Seçmeli Protokol’ün belirttiği nitelik ve yeteneklere sahip bağımsız bir “önleme mekanizması”nın ayrıca kurulması için çalışmalar başlatılmalıdır.
İktidarın kibri, belki iktidardakilerin gözlerini kör ediyor ama bizler herşeyi görüyor, duyuyor ve söylüyoruz. Hiçbir gerekçe ve mazeret ile gerçeklerin örtbas edilmesine izin vermeyeceğiz.
Bu kapsamda kurumlarımızın ilgili birimlerinin, doğrudan olay yerindeki inceleme ve araştırmalarına dayalı olarak ortaklaşa hazırladıkları “Urfa Cezaevi Raporu”nu 22 Haziran 2012 Cuma günü saat 12:00’de Ankara Yeni Karamürsel Mağazası (YKM) önünde buluşup, Adalet Bakanlığı önüne geçerek kamuoyu ile paylaşacağız.
Bu utanca katlanamayan, isyan eden herkesi raporumuzun açıklanacağı bu buluşmaya davet ediyoruz.
20 Haziran 2012
ÇHD (Çağdaş Hukukçular Derneği)
DİSK (Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu)
İHD (İnsan Hakları Derneği)
KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu)
TAYAD (Tutuklu ve Hükümlü Aileleri ile Dayanışma Derneği)
TTB (Türk Tabipleri Birliği)
TİHV (Türkiye İnsan Hakları Vakfı)
İlgili Dosyalar:
- urfa [JPG] [89.93K]