Hayvan hakları örgütleri Roboski'de yaşanan ikinci katır katliamıyla ilgili ortak bir açıklama yayınladı.
28 Aralık 2011 günü Roboskî’de, çoğu çocuk yaşta olan 34 insanla birlikte, savaş uçaklarının yaptığı bombardımanda 59 katır da katledilmişti. Bu katliam karşısında, tüm dünya ayağa kalkmışken insanlarla birlikte hayatını kaybeden katırlar, ne konuyla ilgili haberlerde, ne de -hayvan özgürlükçüsü birkaç oluşum dışında- hayvan hakları savunucuları tarafından anıldı. Roboskî katliamının üzerinden tam 1184 gün geçmesine rağmen, katliam emrini verenler ve bu katliamı yapanlar hakkında kayda değer hiçbir şey yapılmazken, Roboskî’de devlet eliyle yeni bir katliam daha gerçekleştirildi.
Birkaç gün önce Roboskî’de 78 katır hakkında itlaf kararı verildiğini duyar duymaz, her ne kadar hukukî dayanağı olsa da haklar bağlamında hiçbir gerekçesi olmayan bu katliam kararına karşı çıktık, itlaf kararının geri çekilmesi için seferber olduk. Bu infaz kararının üzerinden birkaç gün dahi geçmeden, basın aracılığıyla ve doğrudan görüşmeler yoluyla bölgedeki idarî amirlere aktarılan kamuoyu tepkisine rağmen, 24 Mart 2015’de sınırı geçmek üzere olan ve insan faydası için köleleştirilmiş 10 katır, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) askerleri tarafından vurularak katledildi. Bu katliamdan tam yirmi gün önce de Taşdelen Köyü’nde 4 katırın askerlerce vurularak katledildiğini biliyoruz. Bölge halklarıyla birlikte hayvanlar da savaş, soykırım ve katliam politikalarından nasibini almaktadır. On yıllarca sınır bölgelerindeki mayınları temizlemeye sürülerek katledilen hayvanlar, “barış” günlerinde de sınır ticaretinde kullanılarak sömürülmektedir.
Kana bulanmış bir coğrafyada, tahakküm ilişkilerinin en altında kalan, yaşam hakkı yük ve mal taşıma işleviyle sınırlandırılmış bu hayvanlar, bölgede on yıllardır devam eden savaşın isimsiz kurbanlarıdır. Bombalanan dağlarda ve köylerde binlerce insanla birlikte, sayısını dahi bilmediğimiz yaban hayvanı ve barışın yegane kaynağı olacak doğa da katledilmektedir. Bu nedenle, barışın ve adaletin öncelikli hedef olduğu her türlü siyaset, katliamın, sömürünün ve tahakkümün bu isimsiz kurbanlarına da yer açmak, onların yaşam hakkını savunmak zorundadır. Toplumsal şiddete, savaşa, devlet terörüne karşı örgütlenen siyasetleri, tür-ırk-etnik kimlik ayrımı yapmadan muhalefet örgütlemeye; toplumsal dönüşüm tahayyüllerinde hayvanlara yalnızca mülkiyet ilişkileri bağlamında ve ekonomik değerleri üzerinden değil, müzakereye tâbi olmayan yaşam haklarıyla birlikte yer açmaya çağırıyoruz. Tahakküm ilişkilerine karşı bütünlüklü bir muhalefet perspektifini benimsemeyen, hayvanları canlı olma vasıfları ile değil; gözden çıkarılabilir, yaşamı ikincil, ölümü “zaiyat", mal olarak tanımlayan görüş ve haberleri kınıyoruz.
Türkiye, hem insanlar hem de hayvanlar için can güvenliğinin ortadan kalktığı bir coğrafya haline gelmiştir. Son derece keyfî uygulamalara hukukî dayanak sunan yasal düzenlemelerle, resmî otoritelere, güvenlik güçlerine verilen sonsuz yetki, Türkiye’yi tam anlamıyla katliam diyarı hâline getirmiştir. “Kaçakçılık” bahane gösterilerek insanların, hayvanların başına bombalar yağdırılmakta, düşman hukukuyla hız verilen bu uygulamaların adına “iç güvenlik” tedbiri denmektedir. Şiddetin bizzat devlet eliyle tırmandırıldığı, katliamların giderek daha yasal, kılıfına uygun hale getirildiği, türlü zorbalığın uygulandığı Türkiye’de, ölümlerin gündelikleşmesinden, kamuoyunda da katledilenler arasında tür, etnik kimlik, ırk, sınıf ayrımcılığına dayanan hiyerarşik bir değer sıralaması yapılmasından endişe duyduğumuzu ifade ediyoruz. Roboskî’de askerin katlettiği 10 katırın, Türkiye’de yaşama, umuda, barış ve adaletin katledilmesi demek olduğunu haykırıyoruz. Üzerlerine açılan ateş sonucunda yaralanan onlarca katır için, mevzuat nezdinde “güçten düşmüş” olarak tanımlanan hayvana bakmakla yükümlü olmasına rağmen harekete geçmeyen devlet de bu vurdumduymazlığı ile asıl niyetini ortaya koymaktadır.
Canlıların üzerine hiç düşünülmeden bomba yağdırılmasını, kurşun sıkılmasını sağlayan yasaların varlığı, tüm bu yapılanların meşru ve doğru olduğunu göstermez. Yirminci yüzyılın soykırımları, katliamın yasal ve hatta neredeyse gözler önünde yapıldığının en çarpıcı örneklerini oluşturmaktadır. Gerek coğrafî gerekse sosyo-ekonomik koşullar nedeniyle Kürdistan’da, sınır ticaretinden başka hiçbir geçim kaynağı olmayan, devletin resmî politikası haline gelmiş işsizlikle, sefaletle ve savaşla, baskı altında tutulan bölge halklarından, örgütlülüklerinin, devlet terörüne karşı duruşlarının ve barış taleplerinin intikamını alınmaktadır. Devletin, şiddetin bir gün bile durmasına izin vermediği coğrafyada, toplumsal barışı talep eden bölge halklarının canına devlet tarafından bedel biçilmekte, katliamların sorumluları ödüllendirilerek halklar adeta çıldırtılmaktadır.
Tüm bu katliamlar yetmezmiş gibi, Roboskî katliamının aydınlatılması için hak mücadelesi veren aktivistler, katliamda akrabalarını, yakınlarını kaybeden aileler, adlî soruşturmalarla, keyfî gözaltılarla sindirilmek istenmektedir. Büyük acılara sebep olan katliamdan beri, Roboskî asker ablukası altında tutulmakta, gündelik yaşam sekteye uğratılmaktadır.
Devletin anaakım medya başta olmak üzere tüm propaganda araçlarıyla hafızasızlaştırdığı, iktidarın kendi suretinde yarattığı bu katliamları, kanıksamış toplum imgesinin aksine, bizler unutmuyoruz. Roboskî katliamını, dönemin İçişleri Bakanı’nca “hata” olarak tanımlanan ve altı aylık Solin bebeğin pek çok kardeşi, komşusuyla birlikte öldürüldüğü Ranya katliamını; Türkiye’nin sebep olduğu diğer katliamları unutmadık, unutmayacağız. İnsanlara, hayvanlara bomba yağdırılırken operasyonları yönetenler hâlâ görevde, yetki sahibi ve iktidarda olduğu sürece barış ve adaletin mümkün olmadığını biliyoruz.
Canlılara bomba yağdıran, kurşun sıkan, cenazelere dahi saldıran, demokratikleşme hamleleri adı altında kamuoyu gündemini meşgul ederken her türlü hukuksuzluğu meşru kılan, kan üzerinden siyaset yapan iktidar düzenine karşı, Roboskîli katırların ve insanların yanında olduğumuzu ve yaşanan tüm ölümlerden devleti, TSK’yi ve AKP iktidarını sorumlu tuttuğumuzu bildiriyoruz. Adaletin, barışın, eşitliğin, özgürlüğün yeşermediği yerde, iç güvenlik, terörle mücadele, sınır yönetimi adı verilen faşizan uygulamalar yasallaşırken kanunun dışına itilen halkların, hayvanların, ormanın, en masum ve savunmasızların kanının durmayacağını bir kez daha hatırlatıyoruz.
İnsan-hayvan demeden yaşama karşı suç işleyen, halklar arasında nefreti körükleyen devlet politikalarına, katliamlara karşı hak ve özgürlüklere duyarlı tüm kesimleri dayanışmayı büyütmeye; katliamları, sınırları değil, tür-ırk-etnik ve dinî kimlik ayrımı yapmadan yaşamı savunmaya çağırıyoruz.
İMZACILAR*:
Derin Ekoloji Derneği
Dört Ayaklı Şehir
Engelli Hayvanları Koruma ve Hayvan Hakları Derneği
Yeryüzüne Özgürlük Derneği
Yunuslara Özgürlük Platformu
* Metin imzaya açıktır, imza vermek isteyen kuruluş ve oluşumlar [email protected] ya da [email protected] adresine yazabilirler.