STGM Derneği Yönetim Kurulu, 20 Mart 2021 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan, kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesi yönündeki Cumhurbaşkanlığı Kararı hakkındaki görüşlerini kamuoyu ile paylaşma ihtiyacı duymuştur.
Öncelikle belirtmek isteriz ki, İstanbul’da kabul edilmiş olması, Türkiye’nin Sözleşme’nin hazırlanmasında görev almış ve bu önemli düzenlemenin ilk imzacısı olmuş olması, bu metnin ortaya çıkmasında belirleyici katkılar sunan sivil toplum örgütleri için gurur duyulacak bir durumdur. Çatışma halinde yasaların dahi üzerinde bulunan bir insan hakları düzenlemesinin, bir idari kararla, yetki ve usulde paralellik ilkesi görmezden gelinerek etkisizleştirilmesi mümkün değildir. Ayrıca Anayasamızda ve ilgili yasalarda uluslararası sözleşmelerin onay ve çekilme yolları arasında bu tür idari kararlar mevcut değildir. Bu nedenle söz konusu kararın, hukuk düzeninde bir değişiklik yaratma gücü bulunmadığının belirlenmesi ve yargı organı tarafından iptal edilmesi gerekmektedir. Böylece bir hukuka aykırılık giderileceği gibi, çeşitli yönleriyle çoğulcu ve katılımcı demokrasinin gerekleri ile uyuşmayan büyük bir yanlıştan da dönülecektir.
Çağımızda insan hakları çift güvenceli bir sistemle garanti altına alınmakta, ulusal ve uluslararası hukuk birlikte işlev görmektedir. Bu alanda ulusal düzenlemeler ne kadar mükemmel ve gelişmiş olursa olsun uluslararası hukuktan uzaklaşma güvence ve garantilerin aşınması ve daha ileri boyutlarda iç hukuk sisteminin ihlallere karşı korumasız bırakılması anlamını taşır.
Öte yandan, İstanbul Sözleşmesi örneğinde olduğu gibi, uluslararası sözleşmelerle oluşturulan rejimlerin önemli bir özelliği de taraf devletlerin ötesinde, oluşturulan mekanizmalara sivil toplum örgütlerinin ve bireylerin erişimini sağlaması; onları güçlendirmesi, görünmeyeni, saklananı ortaya çıkaran düzeneklere varlık kazandırmasıdır. Öyle ki yapılan araştırmalar tüm dünyada sivil toplum örgütlerinin bu mekanizmaları aktif bir şekilde kullandığını göstermektedir. Bu araştırmalara göre mekanizmalara en çok başvuranlar kadın, çocuk ve engelli haklarına ilişkin örgütlenmeleridir. Ülkemizde özellikle son yıllarda bu alanlara ek olarak cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli örgütler ile kısmen gençlik örgütlenmeleri de bu mekanizmaları giderek daha fazla aktif olarak kullanmaktadır. Bu gerçek, yerel hukuk kurallarının yeterli olduğu düşünülen garantilere sahip olduğu ülkelerde dahi, ayrımcılığın hedefinde olan toplumsal kesimler ve onlar tarafından kurulan sivil toplum örgütleri bakımından uluslararası hukukun oynadığı yaşamsal rolü gösterir.
Yapılan tüm kamuoyu yoklama çalışmaları farklı siyasi görüşler ile yaşam biçimlerine ait kesimlerin Sözleşmeyi nitelikli bir çoğunlukla desteklediğini gösteriyor. Toplumun tüm farklılıklarını kesen ve ana-akım bir güce dönüşen kadın hakları hareketi ve LGBTİ+ hareketi Sözleşme ve değerlerinden taviz verilemeyeceğini defalarca bize hatırlattı. Tüm bunlara rağmen tersine bir iradenin ortaya konulması toplumu dikkate almayan bir tepeden inmeci mantığın, geçmişte yaşadığımız her türlü baskı ve özgürlük karşıtlığının kaynağı olan bu yaklaşımın sürdüğünü gösteriyor. Toplumu ve onun içindeki çeşitliliği dikkate almayan bu yaklaşım biçimi değişmediği sürece hiçbir toplumsal kesimin hak ve özgürlükleri garanti altına alınamaz.
İstanbul Sözleşmesi içeriğiyle de çoğulculuğu bir değer olarak benimseyen, benzerlerinden bu yönüyle farklılaşan, öncü, tüm dünyaya örnek oluşturabilecek bir düzenlemedir. Çoğulcu bir demokrasi sadece karar alma mekanizmalarında çeşitlilik ve katılımın sağlanması ile değil, üretilen her türlü hukuki düzenlemenin toplumun çeşitliliğini gözetmesiyle inşa edilebilir. Sözleşmenin, biyolojik cinsiyet yerine “herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler” olarak tanımladığı toplumsal cinsiyetten hareketle kadına yönelik şiddeti ele alması, taraf devletlere Sözleşme’nin uygulanmasına ve sözleşme hükümlerinin etkilerinin değerlendirilmesine bir toplumsal cinsiyet bakış açısı katma yükümlülüğü getirmesi, uluslararası hukuka katkı niteliği taşıyan, boyut açıcı kavramsal çerçevelerdir. Biyolojik olanın ötesine geçerek toplumsal olanın doğasını anlamaya yönelik bu gerçekçi yaklaşım, bizi, ancak ve ancak toplum yaşamı ve çeşitliliği toplumsal ilişkiler içinde kavrandığı ölçüde hak ve özgürlüklerin korunabileceği sonucuna götürmektedir. Sözleşme’nin hazırlık aşamasından itibaren toplumsal cinsiyet kavramının kullanımının yaygınlaşması, bireyler ile sivil toplum örgütlerinin toplumsal cinsiyetin hukuki bir kavram haline gelmesinden aldıkları güç, geri döndürülemeyecek kazanımlardır.
Bu kazanımların değerinin farkında olan STGM, Sözleşme’nin ve onun desteğiyle güçlenen sivil toplum örgütlerinin yanında yer almayı gelecek misyonunun bir parçası olarak görmektedir. Bu nedenle, söz konusu Cumhurbaşkanlığı kararının bir yargı kararıyla iptal edilmesi gerektiğine inandığımızı kamuoyuyla paylaşmak isteriz.
Saygılarımızla,
Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği Yönetim Kurulu