İşkence mağdurlarının tedavisi, hak ihlallerinin belgelenmesi gibi önemli bir işlevi yerine getiren Türkiye İnsan Hakları Vakfı, 20 yaşında. Geçtikleri yollara bakınca, zor yutulur bir memleket hakikati görünüyor. Hele bugün...
undan 20 yıl önce Türkiye nasıl bir yerdi hatırlıyor musunuz? Neler değişti, nelerin değiştiğini sanıyoruz? İş insan hakları ihlallerine, işkenceye ve kötü muameleye geldiğinde, bu ipin ucunu takip edeceğimiz en mühim kurumlardan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), bu yıl 20. yaşını kutluyor. Öncelikli olarak hak ihlaline maruz kalmış kişilerin tedavileri ve rehabilitasyonu için çalışan ve bu ihlalleri belgelemek gibi kamuoyunu ‘uyandırıcı’, siyasi iktidarları ‘kıstırıcı’ bir rol üstlenen bir kurumun 20 yıl ayakta kalabilmesi başlı başına bir olay. Kadrolu çalışanları ve çok sayıda gönüllüsüyle 20 yıl öncesinden bugüne taşıdıkları arşiv, rakamların ardına gizlenmiş acı hikâyelerle zor yutulur bir Türkiye hakikatinin belgesi aynı zamanda. Baktığınzda değişeni, değişmeyeni görüyorsunuz.
Somut konuşalım... Hele bugün, tam da İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’nde... TİHV bu 20 yıl içinde neler yaptı? Her şeyden evvel işkence görmüş tam 12 bin 266 kişiyi tedavi etti. Ankara, İstanbul, İzmir, Adana ve Diyarbakır’daki Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri’ne işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı için başvuran bu insanların siyasi görüşleriyle, etnik, dinsel ve cinsel kimlikleriyle ilgilenmeden herkese eşit rehabilitasyon hizmeti sundu. İşkence mağdurlarına ya da avukatlarına gönüllü hukuksal yardım verdi.
Bu esnada yapılan belgeleme çalışması ayrıca önemli. Konulan tanılar, uygulanan tedaviler kadar işkence mağdurlarının sosyal ve demografik özellikleri, gözaltı uygulamaları, işkence yöntemleri, sistematikleşen ihlallerin karakteristiğini ortaya seriyor. Kim kime, ne şekilde işkence ediyor? ‘İşkence Atlası’ sayesinde büyük resim daha net...
Büyük resmi anlamaya yardımcı bir etkinlik de, 1991’den beri her gün gazeteleri, haber ajanslarını, internet sitelerini tarayarak, kendi ilişki ağlarından edindikleri haber ve bilgilerle birlikte yayınladıkları günlük insan hakları raporu... Bunlar derlenince yıllık Türkiye İnsan Hakları Raporları çıkıyor zaten.
TİHV, bu 20 yılda insan hakları mefhumuna olan duyarlılığı artırmak için çok uğraştı didindi. Böyle birçok eğitim çalışması, konferans ve seminer var. Sadece, Türk Tabipleri Birliği’yle birlikte yürütülen projeyle 3 bin 450 pratisyen hekim eğitimden geçmiş; düşünün...
Bir yandan insan haklarına kavramsal açıklık getirmeyi hedefleyen Türkiye İnsan Hakları Hareketi Konferansları, her defasında başka bir kapsayıcı başlıkta düşünsel bir hareketlilik sağladı. Bu yılkinin tarihi 26-28 Kasım. Sonra, kendi konusunda türlü biçimlerde önayak olduğu yayınlar mevcut. Örneğin yapımcılığını ve yönetmenliğini Armağan Pekkaya ile Umut Kol’un üstlendiği ‘İşkenceye Tolerans’ adlı belgesel, çeşitli kitlelerce izlenebildi. Zaten filmin aldığı ödüller bir dizi...
Somut bir kazanımdan da söz edelim: Uzun ismiyle ‘İşkence ve Diğer Zalimane İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’, sık kullanılan haliyle İstanbul Protokolü, işkencenin etkin soruşturulması ve belgelenmesine dair uluslararası nitelikte bilimsel, tıbbi ve hukuki ilk belge. Bu protokol TİHV’in hamleleriyle, Türk Tabipleri Birliği, Adli Tıp Uzmanları Derneği başta olmak üzere 15 ülkeden 75 bilim insanı ve aktivistin ortak çalışmasıyla ortaya çıktı. Daha sonra 4 Kasım 1999’da da işkenceyle mücadele için uygulanması gerekli bir Birleşmiş Milletler belgesi olarak kabul gördü.
TİHV’nin 20 yılı bu yüzden önemli...
20. yıl nasıl kutlanıyor?
TİHV’nin 20 yıllık mücadelesini kayda geçiren bir tarih çalışması hazırlık aşamasında. TİHV Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri’ne başvuran 10 binden fazla işkence mağduruna fotoğraf, röntgen filmi gibi belgelerin taranmasından oluşan, dünyada da bir ilk sayılan ‘İşkence Atlası’, bu vesileyle İngilizce’ye çevriliyor.
2010 boyunca sergiler, konserler, belgesel gösterimleri ve konferanslar yapılacak. En önemli etkinliklerden biri Abidin Dino’nun 1950’li yıllarda, daha çok TKP’li dostlarından dinlediği işkence hikâyelerinden esinlendiği 30 desenlik sergi... Dino’nun ‘Askı işkencesindeki çığlık atan insan’ figürü daha sonra sanatçının onayıyla TİHV’nin logosu haline getirilmiş durumda. Bu sergi 28 Haziran’a kadar Ankara, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi E Galerisi’nde. Daha sonra yıl boyunca da TİHV temsilciliklerinin bulunduğu İstanbul, İzmir, Diyarbakır ve Adana’ya gidecek. Aynı adreslerde görülebilecek diğer sergi de Serpil Odabaşı’nın ‘Yokluğum Varlığına...’ başlığında topladığı resimlerinden oluşuyor. Sanatçının temel derdi şu: Hak ihlalleri sadece hakkı ihlal edileni değil, gündelik hayat yoluyla herkesi imha etmeye yeltenen bir süreçtir!
Bu arada 20. yıla özel yeni bir logo hazırlandı, hatıra pulu basıldı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü’nden Yrd. Doç. Sinan Niyazioğlu’nun tasarladığı ‘Üç maymun’ temalı afişleri de unutmamak lazım.
‘Engin Çeber kararı da münferit bir olay!’
Bir işkence mağduru olarak başvurduktan sonra 1992’de TİHV’de profesyonel olarak çalışmaya başlayan Coşkun Üsterci, 2007’den beri de Yönetim Kurulu üyesi. Bu 20 yılın muhasebesini Üsterci’yle yaptık...
Türkiye’nin işkence ve kötü muamele sicili son 20 yıl içinde bir grafik olarak gözümüzün önüne serildiğinde, kayıt altına alınmış vakaların ‘tavan’ yaptığı yıllar hangileri? Bu grafik genel olarak nasıl bir seyir izliyor?
İşkence olaylarının resmi istatistiği tutulmuyor biliyorsunuz. Biz daha çok tedavi ve rehabilitasyon merkezlerimize yapılan başvurular üzerinden bir istatistik oluşturabiliyoruz. 1995 ile 2004 arasında diğer yıllara oranla daha yüksek başvuru sayısı görüyoruz. Bu aralıkta tavan yapan yıllar, 1023 başvuruyla 2000 ve 1266 başvuruyla 2001 yılı. Bunun başlıca nedeni cezaevlerine yönelik 19 Aralık operasyonu ve ardından gelişen F tipi uygulamaları ile ölüm oruçları... Tam da bu yıllarda cezaevlerinden çok sayıda insan, ya maruz kaldıkları uygulamalar ya da açlık grevleri nedeniyle ciddi fiziksel ve ruhsal sorunlarla bize başvurdu.
TİHV olarak hükümetin ‘İşkenceye sıfır tolerans’ sloganını ilk duyduğunuzda bu aranızda nasıl konuşmalara vesile olmuştu?
Temkinliydik zira 12 Eylül askeri rejimi dahil önceki siyasal iktidarlardan hiçbiri işkenceyi alenen savunmadı. Hatta işkenceyle mücadele ettiğini söyleyenler bile oldu. Bu ülkede herkes çok iyi bilir ki söylemle icraat her zaman farklı farklı şeylerdir. Diğer yandan olanı biteni dikkatle izlemekten de geri durmadık. Örneğin 2004’te AB yetkilileri tarafında müzakerelerin başlaması için Türkiye’nin kriterleri yerine getirdiği ileri sürülünce buna itiraz ettik. Gerçekten de bazı olumlu düzenlemeler vardı ancak bunlar kâğıt üzerindeydi, işkence devam ediyordu.
Bu ‘sıfır tolerans’ iddiası hayata nasıl geçti? Elinizdeki veriler nasıl bir toleranstan söz ediyor?
Bazı önemli uluslararası sözleşmeler imzalandı, Meclis onayından geçerek yürürlüğe girdi, iç hukukta uluslararası standartlara uygun kimi reformlar yapıldı. İşkence olaylarında göreli bir azalma oldu. Ancak ilginç bir şekilde AKP iktidarı birden frene bastı. 2005’ten itibaren Terörle Mücadele Kanunu’nda ve Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda değişiklikler gibi, insan haklarını erozyona uğratan bir dizi gelişme gerçekleşti. Özellikle de Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda yapılan değişiklik sonrası, sıradan polis karakollarında, jandarma birimlerinde, açık alan ve sokaklarda, gösteri ve yürüyüşlere müdahale sırasında, işkence ve kötü muamele uygulamalarının nicelik ve şiddetinde ciddi bir artış gözlemlendi. Dolayısıyla işkence olaylarında 2004 ve 2005’te gözlenen düşme eğilimi, 2006’dan sonra tersine döndü. Kısacası işkenceye ‘sıfır tolerans’ sözünün hiçbir zaman gerçek bir karşılığı olmadı.
Dört sanığın müebbet hapis cezasına çarptırıldığı Engin Çeber davasınn sonuçlanma biçimi, çok acı bir bedele, bir canın yok olmasına rağmen geride ne bıraktı sizce? İnsanın kazanım demeye dili varmıyor ama bu cezalar bize ne gösteriyor?
Sorumlulara verilen ağır cezalar her şeye karşın görmezden gelinemeyecek önemli bir gelişme. Özellikle bu vakada doğrudan uygulayıcı olamayan ama verdiği emirlerle doğrudan ya da dolaylı olarak işkenceyi teşvik eden yahut olanı biteni görmezden gelen sorumluların da ceza alması çok önemli. Ancak sevinmek için erken. Bakalım Yargıtay’dan nasıl bir karar çıkacak? Öte yandan yetkililerin işkence iddiaları karşısında kullanmayı çok sevdikleri bir sözü kullanmak istiyorum: Bu karar ‘münferit’ bir olay! Aynı süreçte cezasızlıkla sonuçlanan pek çok örnek gösterebilirim. Bunlardan biri 11 yıl önce İzmir Emniyeti’nde gördüğü işkence sonucu yaşamını yitiren Alpaslan Yeldan olayında, sorumlu polisler hakkında yerel mahkemenin verdiği beraat kararını Yargıtay’ın geçtiğimiz hafta onaylamasıdır. Cezasızlık, işkencenin devamında en belirleyici faktör...
İnsan hakları ihlallerini kamuoyuna ifşa etmek, mağdurları tedavi etmek amacındaki bir sivil toplum örgütünün, tüm bunlara meydan veren siyasal ve toplumsal atmosferde 20 yıl ayakta kalabilmesi nasıl bir macera oldu? TİHV çalışanları, gönüllüleri bu süreçte nasıl kötü muamelelere maruz kaldı?
Haliyle zorlu süreçler yaşandı, engellerle karşılaşıldı. Ben TİHV’ye kuruluşundan iki yıl sonra katıldım ama arkadaşlardan sık sık duydum, ilk yıllarda ‘Acaba vakfı yarın açabilecek miyiz?’ türünden kaygıları hep yaşamışlar. Gerek vakıf çalışanı, gerekse gönüllü hekimlerimiz hakkında işkence görenleri tedavi ettikleri ya da işkenceyi belgeyen raporlar verdikleri için haklarında davalar açıldı, sürgüne gönderildiler. Hatta kısa süreli de olsa aralarında tutuklanan arkadaşlarımız bile oldu. Yöneticilerimiz hakkında yaptıkları açıklamalardan dolayı davalar açıldı. Fakat zamanla hepsinin üstesinden bir biçimde gelindi. Bu arada güzel şeyler de oldu. Örneğin çok emek verdiğimiz ‘Manisalı Çocuklar’ davasında Yargıtay, işkenceci polisler hakkında verilen cezaları onarken en önemli dayanak olarak bizim hazırladığımız raporları aldı. Ya da yıllar önce tedavisi tamamlanan bir başvurumuzun, bir kucak çiçekle kapımızı çalıp “Beni yepyeni bir insan yaptınız!” diyerek teşekkür etmesi... Yahut önemli uluslararası kuruluşların TİHV’ye çalışmalarından dolayı ödüller vermesi... Tüm bunlar bize zorlukları unutturan, hiçbir şey olmamışçasına mücadeleyi sürdürmemizi sağlayan şeyler.
Daha soyut düzeyde suçtan, rakamlardan, istatistiklerden söz ediyoruz, işkence ve kötü muamele mağdurlarını genelde birey olarak bilmiyoruz. Hukukçu, adli tıpçı, aktivist, akademisyen; her alandan gönüllü ve çalışanla sizse hikâyelerin içindesiniz. Eminim her biri birbirinden ağır travmalar, bu soruyu sorduğumda ilk anda aklınıza tekil bir hikâye, sizi derinden etkileyen bir vaka geliyor mu?
Evet, hatta bir değil, çok vaka var beni derinden etkileyen. Ancak maalesef size bunlardan söz etmem mümkün değil. Biz, işkence görenlere tedavi ve rehabilitasyon hizmeti veren bir kurumuz; bizim için de hekimlik mesleğinin etik kuralları geçerli. Bundan da öte işkence görenler onur kırıcı ve insanlık dışı uygulamalara maruz kalmış, örselenmiş ve yaralanmış kişiler. Tedavi için vakfa geldiklerinde bazen kendilerine bile ifade edemedikleri en özel, en mahrem şeylerini, duygularını, kaygılarını güven duyarak bizimle paylaşıyorlar. Onların yararına bile olsa kamuoyuyla yapacağımız paylaşım onları incitir. Bu nedenle de raporlarımız, değerlendirmelerimiz ruhsuz rakamlardan ve istatistiklerden ibaret.
Siz şahsen işkence gördünüz mü?
Ben 12 Eylül rejiminin mağdurlarından biriyim. Yaklaşık 12 yıl cezaevinde kaldım. Bu süreçte işkence de gördüm, işkence olaylarına ve başka acılara da tanık oldum.
1 Ağustos 1991’de ‘Turgut Özal affı’ diye bilinen şartlı tahliye kararıyla cezaevinden çıktım. Bu, aynı zamanda TİHV’nin İzmir Temsilciliği’nin faaliyete başlama tarihi. Birkaç hafta sonra tedavi için TİHV’ye başvurdum. Yani TİHV’nin ilk başvurularından biriyim.
Pınar Öğünç
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=1004694&Date=29.06.2010&CategoryID=41