Image
Gediz Deltası’nda ılık bir şubat ikindisiydi.
Gediz Deltası’nda ılık bir şubat ikindisiydi.
Kafam karışmıştı. Ne düşünmeli, ne sormalıydım bilemedim. Sonra gözüm uzaktaki Mavişehir gökdelenlerine ilişti. “Şuradaki gökdelenleri görüyor musun” dedim. “Ne olmuş onlara” dedi. “Hiç, bir zamanlar onların oldukları yerde senin gibi çamur düzlükleri uzanırdı, oraları çok severdim. Şimdi her yeri moloz ve evler kapladı” diye yanıtladım. “Öyleyse çamur düzlükleri hâlâ oradalar ama görünmez olmuşlar” dedi. “Eh, bir bakıma öyle” dedim. “Ne demek bir bakıma, yani oradalar mı değiller mi” diyerek üsteledi. “Evet, oradalar ama artık görünmüyorlar, üzerleri betonla örtüldü, hiçbir kuşun, hiçbir tuz bitkisinin işine yaramıyorlar” dedim. “Olsun, şimdi kuşlar yok ama insanlar var, çocuklar var, insanların getirdikleri gübreli toprakta boy veren ağaçlar var, fena mı yani” dedi. Konuştuğum sanki çamur değil de bir müteahhitti.
“Evet bu da iyi hoş ama orada yaşayan bitkiler, böcekler, kuşlar, onca can, hepsi öldü, çok yazık oldu” diye devam ettim. Bu sözlerimi, “Sana ne oluyor ki, börtü böcü kendi derdine kendisi çare bulsun. Hem oraya taşınan insancıklar evsiz barksız mı kalsalardı, açıkta kalıp ölseler miydi, onlara da yazık değil mi” diye yanıtlayınca bir kâbus gördüğümü sandım ve yattığım yerden silkindim. Hiç bir işe yaramadı, bizimki kâbus içinde kâbus gibi konuşmaya devam ediyordu: “Niye bu kadar kızdın anlamadım, hem madem orası üç beş kuş ve çalı çırpıdan başka bir şeyin işine yaramıyordu, iyi olmuş oraları kullanmaya başladığı insanların. Benim üstümde ev yok da bir şey mi oluyor yani, yüzlerce yıldır aynı kuşların birbirlerine kur yapmalarını ve içi geçmiş denizbörülcelerini seyretmekten sıkıldım. Mavişehir’de ne güzel sinemalar, çocuk parkları, spor merkezleri, yüzme havuzları, alışveriş merkezleri, kısacası hayat var, hayat! Acaba ne zaman başlayacak burada şu yeni hayat?”
“Allah korusun” dedim. Yüzükoyun uzanıp çamura baktım ve devam ettim. “O senin dediğin yeni hayat buraya asla gelmeyecek! Burada hiçbir zaman yağma olmayacak. Sen artık bir ‘koruma alanısın’. Birkaç yıl önce, hem Ramsar, hem de Birinci Derece Doğal Sit Alanı olarak koruma altına alındın. Bunun sebebi ise, senin sıkıcı bulduğun o nadir kuş ve bitki türleri. Üstelik onları hiç kimsenin kullanmadığını düşünerek yanılıyorsun, ben insan değil miyim, ben buradayım ve dürbünümle onları izlemekten sonsuz bir keyif alıyorum. Onlara bakıp bakıp gülümsüyorum. Kullanmaksa, benimkisi de kullanmak. Hangisinin daha iyi kullanmak olduğuna da sen değil, biz karar veririz. Orada yerleşen insanların evsiz barksız kalma durumuna gelince, durum hiç de sandığın gibi değil. O insanlar ev yapıldığı için oraya geldiler, yapılmasa, başka bir yere gidip oraya yerleşebilirlerdi. Ama orada yaşamış olan bataklık hayvanları ve bitkileri öyle mi ya? Onlar oldum olası o topraklarda yaşmaktaydılar ve gidebilecek başka bir yerleri yoktu. Sonunda ya moloz altında kalarak, ya da açlıktan öldüler. Hem onların kendi dertlerine çare bulmalarını beklemek haksızlık olmaz mı, onları kimse dinlemez ki.”
Kısa bir sessizlikten sonra, çamur fısıldadı: “Çok komiksin. Seni akıllı bir adam sanmıştım. Yanılmışım. Sen iyi niyetli ve saf, bir o kadar da bencil ve küstahsın. İyi niyetlisin, çünkü kendi hayat gaileni unutup başkalarına yardım etmek istiyorsun, safsın, çünkü bunun bir işe yarayacağına inanıyorsun, bencilsin çünkü doğayı koruma kisvesi altında kendi zevklerini başkalarına kabul ettirmeye çalışıyorsun ve ne nihayetinde küstahsın, çünkü diğer bütün insanlar gibi sen de dünyanın sahibi olduğuna inanıyorsun. İnsanlar gitsin başka yerlere yerleşsin derken, oralarda yaşayan hayvanları ve bitkileri, sırf sen tanımıyorsun diye nasıl da kolay gözden çıkardın! Onların dertlerine de tercüman olmak aklından geçmedi mi hiç? Söylediklerin içinde en acı olansa, beni ve yeryüzünün bütün diğer coğrafyalarını insanların nasıl kullanacağı konusunda hiçbir söz hakkım olmadığını hatırlatman oldu. Ama haklıydın, siz isterseniz üstümü molozla kaplayıp gökdelen dikersiniz, istemezseniz, koruma alanı ilan edersiniz. Ne sanıyorsunuz kendinizi, Tanrı mı? Börtünün, böcünün ve nihayetinde kendinizin de hayatını tehlikeye sokan asıl sorun, kendinizi bu dünyanın sahibi görmeniz. Ne ben sizinim, ne de siz benimsiniz. Haydan gelen, hu’ya gider! Eğer bugün kendine ve doğaya bir iyilik yapmak istiyorsan, oyun oynamaktan vazgeç ve bu coğrafyanın sade bir parçası ol.”
“Öyleyse” dedim “bu bataklığın molozla örtülüp yok edilmesini sen de istemiyorsun?”
“Öyle bir şey demedim. İnsanlar kendilerini bu coğrafyanın bir parçası değil de onun sahibi olarak görüyorlarsa, burayı ister moloz döküp yok etsinler isterse Doğal Sit Alanı ilan etsinler, benim için fark etmez. Çünkü bu sefer gidip başka bir yeri yağmalarlar ve ilk fırsatta da kendi kendilerine koydukları ‘koruma alanı’ engelini kaldırıp burayı da işgal ederler. Diyeceğim, kendi kendine bile Tanrıcılık oynayan bir türün vereceği ‘koruma alanı’ statüsünün tek başına ne gibi yararı olabilir ki? Önemli olan siz insanların doğadaki köklerini hatırlaması ve onun bir parçası olarak yaşamaya yeniden değer vermesi. Çünkü tüm canlılar bu hayata nasıl bir kadere sahip olduklarını öğrenebilmek için sarılır. İşte yaşam dediğiniz şey, bu soru cevap ilişkisinin ta kendisidir. Burada önemli olan, bunu her iki tarafın birden istemiş olmasıdır. Siz insanlar dünyayı kendi gazabınızdan korumak istiyorsanız, kuş, bitki, harabe gibi bahaneler aramayın. Dünyanın bütün coğrafyalarını, yaşamın güzelliğini hiç unutmamak için koruyun. Geçmiş veya gelecek adına değil, şimdi için koruyun. Sade bir yaşamı paylaşabilmek için koruyun. Her şeyden önemlisi, nereden geldiğinizi ve ne olduğunuzu unutmamak için koruyun.”
Çamur belli ki bunları söylerken yorgun düşmüştü. Bir daha bana sırrını konuşmadı. Her şeyi unutmak için olsa gerek, tekrar çamura uzanıp gözlerimi kapadım. Rüyamda dev karıncalar gördüm. Her biri bir gemi kadardı. Şehirleri, insanları ve ağaçları yağmalayıp toprağın altındaki yuvalarına götürüyorlardı. Bütün dünya talan oluyordu ve her yeri dev karınca delikleri kaplamıştı. Yeryüzünün şekli değişmişti. Bazı karıncalar ellerinde dürbünlerle Mavişehir’deki çocuk parkına bakıp bakıp gülümsüyorlardı. Mavişehir’e doğru yürüdüm, kapıları zincirlenmişti ve girişte bir levha asılıydı: “Dikkat, koruma alanı!”
Güven Eken
Doğa Derneği Başkanı
[email protected]
twitter.com/ekenguven
Güven Eken
Doğa Derneği Başkanı
[email protected]
twitter.com/ekenguven
İlgili Eğitim