Yeni ötekiler olarak sokak hayvanları: Hep kesiştiğimiz yer “ötekiliğimiz!”
2024’ün ağır gündemlerinden biri de 7527 No’lu Hayvanları “Koruma” Kanununda yapılan değişiklikler oldu. Değişikliklerin gündeme gelmesiyle birlikte sokak hayvanlarına yönelik, yaşam hakkı başta olmak üzere gerçekleşen ağır ihlaller hakların bütünselliğini tekrar düşünmemizi zorunlu kılıyor. Zira yapılan düzenlemenin gerekçesi olarak çocuk güvenliği gösterildi ve buradan bir kamuoyu oluşturuldu. Çocuk güvenliğinin sağlanması, ihlalleri meşrulaştıran bir zemin olarak sunuldu, toplum tarafından kabul edildi.
Hak öznelerinin değerlerini, önemlerini veya haklarını kıyaslayan ve bir hiyerarşiye tabi tutan yaygın yaklaşım, bu sefer çocuklar ve sokak hayvanları arasında bu kıyası yaratıyor. Bu yüzden, bu yazıda aslında bir hak alanı sebep gösterilerek başka bir hak alanının ihlal edilmesine yönelen bu yaklaşıma karşı hakların bütünselliğine ve kesişimine dikkat çekmek istiyoruz. Bunun için de 7. sini düzenlediğimiz Sivil Sesler Festivali’nde gerçekleştirdiğimiz “Yeni Ötekiler Olarak Sokak Hayvanları” atölyesinin çıktılarını sizinle paylaşmak istiyoruz.
Atölye, bugüne kadar tüm ötekiler için kullanılan söz, söylem ve düşünce kalıplarının bugün nasıl başta köpekler olmak üzere sokakta yaşayan hayvanlara yöneldiğine işaret etmek ve üstüne düşünmek üzere tasarlandı. Bu atölyede sokakta yaşayan köpeklerin; bugün yeni tehlikeli sınıf, yeni öteki ve mahallemizde istemediğimiz yeni azınlıklar olarak karşımıza çıkıyor olmasını çeşitli boyutları ile tartıştık.
Öteki kimdir?
Ötekileştirme, değersizleştirerek ve korku yaratarak gruplara yönelik şiddeti besliyor. Bir ideoloji olarak ötekileştirme gruplar arasındaki benzerlikler yerine farklılıklara odaklanıyor ve bu farkları toplumsal yapı/düzen vb. için bir tehdit olarak gösteriyor. Bugün sokakta yaşayan hayvanları; korkan, üzülen, sevinen, bağ kuran, barınmak ve karnını doyurmak gibi ihtiyaçları için zor koşullarda yaşayan kentlerin sakinleri olarak görmemizi engelleyen de bu düşünce. Tarihsel olarak baktığımızda ise “ötekiliğin” sürekli bir gruptan diğer bir gruba transfer edildiğini, yeni korku ve tehlike grupları yaratıldığını hatırlıyoruz. Kürtler, translar, seks işçileri, türban kullanan kadınlar, Ermeniler, Aleviler, Romanlar, HİV+ bireyler, öğrenciler, muhalifler, emolar, Suriyeliler, göçmenler, pandemide yaşlılar, soğan deposunda soğanı olanlar… upuzun bir liste. Bugün ise sokakta yaşayan hayvanlar!
Kamusal alan meselesi ve barınma krizi
Bugün köpekler üzerinden karşımıza çıkan; mahallede, sokakta istememek ve köpeklerin toplanmalarını, barınaklara kapatılmasını istemek kamusal alan kime ait sorusunu sorduruyor. Biliyoruz ki bu kamusal alan, translara, yoksullara, Romanlara, yaşlılara, seks işçilerine de kapalı. Kamusal alanı “ötekilere” kapatan dışlayıcı yaklaşım nefreti besliyor. Bu gruplara yönelen nefret, onları kent çeperlerine veya kent içindeki gettolara veya çöküntü alanlara sıkıştırıyor.
Öte yandan sokakta yaşayan hayvanların istenmemesi hayvanların zaten betonlarla işgal edilmiş yaşam alanlarında barınma haklarının ellerinden alınmaları anlamına geliyor. Öte yandan barınma giderek herkesin ortak sorunu haline geliyor. Kentlerden dışlananlar sadece köpekler değil. Yoksullaşma ve kira zamları ile hepimiz eski yaşam alanlarımızda yaşayamaz hale geliyoruz. Benzeri şekilde öğrenciler uzundur barınma krizi yaşıyorlar.
Yasanın sebebi olan çocuk güvenliğine kamusal alan üzerinden baktığımızda ise başka bir çelişki karşımıza çıkıyor. Hizmetlerin, ulaşımın, mekanların çocuklar yokmuşçasına tasarlandığı kentlerde zaten çocukların kamusal alanda var olmaları neredeyse imkansız. Çocuksuz hava sahası taleplerini buraya eklediğimizde iş daha da çelişkili hale geliyor.
Bu noktada sormak gerekiyor, barınamadığımız ve tüm ötekilere kapalı bu kamusal alan kimin?
Garip bir mülkiyet ilişkisi ve sorumluluk reddi
Hayvanlarla ilgili karşılaştığımız garip bir ikilem ise sahipli - sahipsiz ayrımı. Sokakta yaşayan hayvanların haklarını savunduğumuzda karşımıza çıkan “al evine besle” sözü de mülkiyet ilişkisine ve sorumluluk reddine yakından bakmayı gerektiriyor. Ayrım “sahip”li olan hayvanı diğerinden değerli görürken sahipsiz olana dair şiddeti, toplamayı, sürülmeyi, kapatılmayı meşrulaştırıyor.
Bu şiddeti meşrulaştıran mülkiyetçi ayrımı, ebeveyn - çocuk, erkek - kadın ilişkilerinde de benzeri dinamiklerde görüyoruz. Çocukların hane içinde maruz bırakıldıkları şiddet biçimleri bu mülkiyet ilişkisinin bir tezahürü. Kadın - erkek ilişkilerinde kadınların maruz bırakıldıkları şiddetin kaynağında da bu mülkiyet ilişkisi yatıyor. Her bir canlıyı şiddeti doğuran ve besleyen mülkiyet ilişkisinden özgürleştirmek, özgür düşünmek güvenli bir yaşam için kritik.
Ezcümle herkes için adil bir yaşam, her bir ötekinin varlığını ve haklarını savunarak mümkün olabilir. Çünkü ötekilik en büyük kesişimimiz.
İşte bu düşünmecelerin sonucu Tolga Görgün tarafından hazırlanan videomuzu da aşağıda izleyebilirsiniz.
STGM Stüdyosu
Video içerikleri üretmek isteyen STÖ’ler için iyi bir haberimiz var. Ofisimizdeki stüdyomuzda video çekimlerinizi gerçekleştirebilir ve kurgu desteği alabilirsiniz.