muhafazakarlık, evrensel bir ideoloji ve hangi bahane ve gerekçelerle olursa olsun, dünyanın her yerinde kadınlar için benzer şeyler öneriyor; evinde otur, erkeklere hizmet et, cinselliğini erkeklere hizmet edecek şekilde yaşa, az bil, az düşün, müdahale etme.
bütün dinler, dünyanın gidişini belirleyecek önermelerde bulunma anlamında politik. gündelik hayatın nasıl yaşanacağına ilişkin ayrıntılı önermeler, “özel olanın politik olması” bağlamında da önemli. dinlerin tarih boyunca insan topluluklarını bölmenin araçlarından biri olmasının siyasi etkilerini anmaya bile gerek yok. ayrıca islam, hıristiyanlıktan farklı olarak iktidara da talip. ama bence türkiye’de akp’nin islami bir parti olduğunu söylemek mümkün değil. o, daha ziyade hedeflediği düzen için dini araçsallaştıran siyasal güçlerden biri.
hedeflediği düzen ne? daha birkaç hafta önce dokuz kişinin ölmesine yol açan hes talanı, grev yasaklamaları, tam hız süren taşeronlaştırma, binlerce kişinin darbe dönemlerini aratır gerekçelerle hapse atılması vb pek çok gelişmeye eşlik eden rakamlar, kabaca çin tipi büyüme tabir edebileceğimiz bir süreçle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
yine kabaca ifade edeyim, eskiden, yani küreselleşme öncesi, büyüme hızı yüksek olan emperyalist ülkeler aynı zamanda sosyal devletler olur, halkına belli bir refah ve demokrasi sunardı. ama sosyalist sistemin yıkılmasının en önemli etmenlerden biri olduğu süreçle birlikte “zenginleşen” ülkeler aynı zamanda en vahşi sömürünün uygulanabildiği devletler. bunun için kısıtlanmış sendikal haklar ve susturulmuş muhalefet gerekiyor.
bunlar, bu mecrada, pek çok yazar tarafından daha önce, bundan çok daha mahir ve ayrıntılı biçimde anlatılmış olan gerçekler. ben biraz daha az değinilmiş iki noktayı ele almak istiyorum.
birincisi şu: yeni anayasa için hazırlanan taslaklarda devletin ve kamunun vatandaşa olan görevleri azalıyor.
yaşamak, karnını doyurmak, barınmak, eğitim, tedavi hizmeti almak vb. aklınıza gelen her insani ihtiyacın karşılığında para ödemek anlamına geliyor bu. yani, ölüm döşeğinde bile olsanız tedavinizin masraflarını karşılamak için çalışacaksınız. çünkü bize insan gibi görünen varlık, kapitalizme işgücü olarak görünüyor; bir tür makine gibi ve bir makineyi ne kadar uzun süre çalıştırabilirseniz o kadar iyi; üstelik bakım masraflarını da kendisi karşılıyor! ayrıca makineyi beğenmediğinizde bir kenara atıp yenisini bulma imkanınız ne kadar fazlaysa o kadar iyi. uzun lafın kısası, kucağınıza aldığınızda büyük bir heyecana kapıldığınız, size biricik gibi görünen bebeğiniz, kapitalizm için müstakbel emekçi.
ancak akp’nin kadınların doğurganlığını denetlemeye yönelik politikalarını bununla açıklamak, islam’la açıklamak kadar safça olur. buraya birazdan döneceğim.
ikinci nokta şu, kamunun bireyin hiçbir ihtiyacını karşılamadığı, ona hiçbir güvence sağlamadığı bir ülkede, bir de yoksulluk suç oranlarını yükselttiyse insanlar en küçük birime yani aileye bel bağlamaya başlıyor. “öteki” teriminin çok ve boş kullanılarak anlamsızlaştırıldığını düşünüyorum ama burada yararlanmak zorundayım. birbiriyle en belirleyici bağı sömürü ve baskı ilişkileri olan, insanların sık sık ekmeğini kazanabilmek için doğduğu topraklardan göçmek zorunda kaldığı, yani iç ve dış göçün arttığı ve bunun da toplu bir yabancılık yarattığı, üstüne üstlük yoksulluğun yırtıcılaştırdığı toplumlarda, insan ailesine sarılır ve ailesi dışındaki herkese her türlü haksızlığı yapma hakkını görür kendinde. buna da ailenin öneminin tekrar fark edilmesi adı verilir. o yüzden, altını çizerek söylemek isterim, sınıf politikaları açısından da, aileyi bir sığınak değil bir hapishane olarak görmenin daha gerçekçi olduğu kanaatindeyim. bu noktada, türkiye solunun aile kurumuyla hesaplaşma konusundaki mütereddit tavrını ve geçmişini muhakkak gözden geçirmesi gerektiğini düşünüyorum. bu arada türkiye’de cemaatlerin de benzer bir işlev gördüğünü de hatırlamak gerek.
ancak akp’nin son zamanlarda gündeme gelen ve kadınların cinselliğini doğurganlıkları üzerinden denetlemeye çalışan politikaları bunlardan bağımsız; islami endişelerden bağımsız olduğu gibi.
ankara’da 1989’da düzenlenen feminist hafta sonu bir bildirge hazırlamış ve maalesef hala yakıcılığını kaybetmemiş olan bir slogan üretmişti: “emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz bizim.”
bugün de yaygın olarak kullanılan bu sloganın “bedenimiz” kısmı feminist literatürde “beden politikaları” tabir edilen çok geniş bir alanı kasteder; tıptan, güzellikle ilgili dayatmalara kadar uzanan bu alanın en önemli parçalarından biri cinsellik tabii ki. cinselliğin başka şeylerin yanı sıra (evlilikte ve fuhuşta) bir hizmet alanı da olduğunu düşünürsek kadın cinselliğinin hizaya sokulmasının patriyarka açısından ne kadar önemli olduğunu görürüz. tarih boyunca doğurganlık bunun en kolay araçlarından biri oldu. kadınların doğurmasını kolaylaştıran, istemedikleri hamilelikleri sonlandıran ilk ebelerin cadılıkla suçlanması boşa değil. dini ve ahlaki baskılar bunu sağlayamadı, doğum kontrol yöntemlerinin basitleşmesi ve yaygınlaşması işi iyice zora soktu. hele bekaret tabusunun silikleşmesi tuz biber ekti. ne yani bu kadınlar istedikleri zaman, istedikleriyle sevişecek mi!
toplumla ilgili en basit bir gözlem bile, “isteyen istediğiyle sevişsin”e itiraz edenlerin istemeyenin istemediğiyle yatmak zorunda kaldığı bir düzenin, yani zoraki evliliklere ses etmeyen, evlilik içi taciz ve tecavüzü tanımayan, aile içi taciz ve tecavüze göz yuman, genel olarak taciz ve tecavüze bahane bulan bir düzenin destekçisi olduğunu da görür.
akp kadınların islami tarzda yaşamasını mı hedeflemekte? öyle olsa on yıllık iktidarı boyunca, birçok tepki toplayan konuyu çatır çatır gündeme getirmişken kamu alanında başörtüsü konusunu halletmemiş olur muydu? evet, bunda malum “mağdur edebiyatı”nın dayanaklarından birini kaybetme endişesi de vardır ama bu konunun gündemdeki yerinin bu kadar zayıf olmasını açıklar mı bu? nitekim, başörtüsü sebebiyle eğitiminden, işinden vazgeçmek zorunda kalan pek çok kadın da bu soruyu soruyor.
muhafazakarlık, evrensel bir ideoloji ve hangi bahane ve gerekçelerle olursa olsun, dünyanın her yerinde kadınlar için benzer şeyler öneriyor; evinde otur, erkeklere hizmet et, cinselliğini erkeklere hizmet edecek şekilde yaşa, az bil, az düşün, müdahale etme. ve akp de, islam ne derse desin kürtajı cinayet olarak görmeye yatkın, buna karşılık gizli yapılmasını –bir gün kendisinin de ihtiyacı olma ihtimalini de akılda tutarak- göz ardı etmeye hazır kitlelerin “hassasiyet”lerine ya da daha gerçekçi bir ifadeyle vicdansızlıklarına hitap ediyor; türkiye’ye baktığınızda cinayetten kaçınan bir toplum görüyor musunuz allah aşkına!
buna karşılık türkiye’de kadın hareketi çok uzun bir yol kat etti. otuz yıl önce hayal bile edilemeyen birçok yasal ve toplumsal değişim yaşandı. zaman zaman “hayat tarzı mücadelesi” diye küçümsense de kadın hareketinin bir kimlik mücadelesi değil ortak talep ve çıkarları olan bir toplumsal grubun –bence sınıfın- mücadelesi olduğu görüldü. her kadın bireysel olarak özgürleşirken ödediği büyük bedeller ölçüsünde bundan vazgeçmeme kararlılığı gösteriyor. kürtajla ilgili hızlı ve etkili bir araya gelişin ve akp’ye karşı –en azından şimdilik- zafer kazanılmış olmasının altında bu yatıyor. son dönemdeki gelişmeleri bu şekilde okumanın doğru olduğunu düşünüyorum.
Ayşe Düzkan, sendika.org
18 Temmuz 2012
Kaynak: Uçan Süpürge
İlgili Dosyalar:
- ucan supurge [JPG] [10.06K]