“Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı”na ilişkin son günlerde kamuoyunda yaratılmaya çalışılan yanlış izlenimlere ilişkin İnsan Hakları Kurumlarının basın açıklaması aşağıdadır.
ORTAK AÇIKLAMA
İnsan hakları alanında faaliyet sürdürüyor olsa bile “atanmış” bir kurulun, ne denli bağımsız olabileceğine dair “Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı”na yönelttiğimiz en temel eleştirimiz haklı çıktı.
Yıllardır çıkarılan çeşitli engel ve zorluklara rağmen insan hakları alanında özveriyle çalışmalar yürüten örgütler olarak çok önemsediğimiz “Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı”, bir süre önce Anayasa Komisyonu’ndan geçerek TBMM Genel Kurulu’na geldi.
Ülkemizde insan hakları alanında böylesi bir kurumlaşmaya gidilmesi; ihlallerin önlenmesi ve insan haklarına duyarlılığın güçlendirilmesinin yanı sıra, demokratikleşmeye katkısı bakımından taşıdığı potansiyel açısından, sadece bizler için değil tüm toplumumuz açısından da büyük bir önem taşımaktadır.
Bizler, 14 Ocak 2011 tarihinde yaptığımız ortak basın açıklamasıyla TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeden önce yasa tasarısının içeriğine ve hazırlanış biçimine yönelik kaygı, eleştiri ve önerilerimizi kamuoyu ile paylaşmıştık.
Amacımız, Türkiye’de insan haklarının geliştirilmesi ve korunması bakımından son derece önemli bir role sahip olacak ve uluslararası camianın önemli bir muhatabı haline gelecek olan bir kurumun siyasal çıkar ve beklentilere kurban edilmeden, evrensel normlara uygun biçimde ve halkımızın çıkarları öncelenerek oluşturulmasını sağlamak üzere yasa yapıcılarının dikkatini çekmekti. Tasarının hazırlanışı sürecinde yaşanan birtakım olumsuzluklar nedeniyle çok fazla umut ve beklenti içinde olmamakla birlikte tasarının hazırlanış sürecinde bizzat rol almış olan (hükümet üyelerinden komisyon üyesi milletvekillerine kadar) tüm kesimlerin son kez düşünmelerini ve pozitif bir reaksiyonda bulunmalarını sağlamaya çalışmaktı.
Ne var ki; basın açıklamamızda yer verdiğimiz değerlendirmelere şu ana kadar ne hükümetten ne de Anayasa Komisyonu üyelerinden her hangi bir reaksiyon alamadığımız gibi, geçtiğimiz günlerde eleştirilerimize cevaben sanki tasarıyı hazırlayanlar bizzat kendileriymiş gibi Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’ndan bir açıklama yapıldı.
Adeta hükümet adına konuşurcasına tasarıya tümüyle sahip çıkan bu açıklama, insan hakları alanında faaliyet sürdürüyor olsa bile, atanmış bir kurulun ne denli bağımsız olabileceğine dair tasarıya yönelttiğimiz en temel eleştirimizi haklı çıkaran bir niteliktedir.
İnsan hakları örgütleri olarak çeşitli vesileler ile değişik tarihlerde hazırladığımız raporlarda daima belirttiğimiz gibi, atama prosedürü, oluşturulacak insan hakları ulusal kurumunun bağımsızlığını ve çoğulculuğunu sağlamada en belirleyici ölçüttür.
Bir kez daha yinelemek gerekirse, başta Paris ilkeleri olmak üzere bu konuda oluşturulmuş tüm uluslararası belgelerde, altı özellikle çizilen husus, her ne kadar uygulamada aksine örnekler bulunsa bile, böylesi bir kurum için hükümetin ya da ona bağlı herhangi bir yürütme organının atama yapmasının doğru olmadığıdır. Kurumun başkan ve üyeleri belirlenirken süreç her bakımdan açık ve şeffaf olmalı, doğrudan insan hakları ve her türlü ayrımcılığa karşı mücadele alanlarında aktif olarak çalışan, ulusal ve uluslararası düzeyde kabul görmüş sivil toplum kuruluşlarına, akademik dünyanın insan hakları konusunda çalışma yapan birimlerine ve bağımsız uzmanlara danışılması zorunlu olmalıdır. İdeal olanı anılan kesimlerin temsilcilerinin de içinde yer aldığı özel bir atama biriminin oluşturulmasıdır. Böylesi bir yapı tarafından esasa ilişkin kararlar alındıktan sonra, atama, Cumhurbaşkanı tarafından gerçekleştirilebilir.
Bir ulusal insan hakları kurumunun bağımsızlığı için üye kompozisyonu esas alınmalıdır. Paris İlkeleri, insan hakları kurumlarının bağımsızlık ve çoğulculuğunu güvence altına almak için bu kurumların üyelerinin hangi kaynaklardan gelmesi gerektiğini ayrıntılı olarak belirtmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken temel husus cinsiyet dengesi ile birlikte toplumun farklı kesimlerinin bu kurumda temsil edilmesini sağlayabilmektedir. Böylelikle farklı toplumsal grupların kültürel, dini veya maddi ihtiyaçlarına ya da yaşadıkları sorun ve ihlallere ilişkin duyarlılık geliştirilebilecek, doğrudan bilgi edinilebilecek ve dolayısıyla bu kesimlerin gereksinimlerini karşılamak için çözümler üretilebilecektir. Ayrıca, farklı dilleri konuşan üyelerin bulunması kurumun fonksiyonunu daha da arttıracaktır. Bu ve benzeri değerlendirmeleri daha da çoğaltmak mümkündür.
Yasa tasarısında Kurum’un başkanı dahil tüm üyeleri, konu ile ilgili herhangi bir nesnel ölçüt aranmaksızın, Bakanlar Kurulu tarafından atanacağı belirtilmektedir.
Evrensel bir gerçeklik olarak biliyoruz ki; insan haklarının en büyük ihlalcisi devletler ve hükümetlerdir. Dolayısıyla ihlalleri önlemeye, hakları korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir Kurum da mutlak surette yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmak zorundadır.
Kurum’un bağımsızlığını sağlamak üzere üyelerinin nasıl seçilmesi gerektiğine dair defaten dile getirdiğimiz görüş ve eleştirilerimizi Anayasa Komisyonu Alt Komisyonu’nda yapılan görüşmeler sırasında bir kez daha belirtmiş olmamıza ve Alt Komisyon’un hazırladığı raporun giriş bölümünde, bu eleştirilerimize özet olarak yer verilmiş olmasına karşın, yasa tasarında bu yönde hiç bir değişikliğe gidilmemiştir.
Öte yandan, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nın yukarıda söz edilen cevabi açıklamasında, bizlerin tasarının hazırlanma sürecinde görüş ve katkılarımızın alınmadığı, tasarının bizlerle paylaşılmadığı şeklindeki eleştirilerimizin gerçeği tam anlamıyla yansıtmadığı söylenmektedir. Buna örnek olarak da kurumlarımızın TBMM Anayasa Komisyonu tarafında oluşturulan Alt Komisyona çağrılmış ve görüşlerimizin dinlenmiş olması gösterilmektedir.
Asıl gerçeği yansıtmayan, İnsan Hakları Başkanlığının bizzat sözü edilen bu yazısıdır. Nitekim, İnsan Hakları Başkanlığının cevabi yazısına konu olan 14.01.2011 tarihli ortak basın açıklamamızda, “…Yasa Tasarısı TBMM Anayasa Komisyonu Alt Komisyonu’nda görüşülürken kurumlarımız sınırlı da olsa Alt Komisyon’da görüşlerini ifade etme imkânı bulmuş ve Tasarı’ya yönelik eleştiri ve önerilerini dile getirebilmiştir” denilmiş, devamında da “Elbette Alt Komisyon’un örgütlerimizin görüşlerini dinlemiş olmasını ve bunun sonucunda Tasarı’da küçük de olsa bazı değişikliklere gitmiş olmasını önemsiyoruz” denilmektedir.
Asıl şikâyetimiz, tasarının TBMM’ne gönderilmeden önceki hazırlanma sürecine insan hakları örgütlerinin ve ilgili akademik kuruluşlarının katkı ve katılımının engellenmiş olmasıdır.
Bilindiği gibi hükümet tarafından yasa tasarısının hazırlandığı bilgisi 18 Mayıs 2009 tarihinde, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek tarafından basına duyurulmuş idi. Süreç içerisinde zaman zaman tıpkı Sayın Cemil Çiçek’in 07.09.2009 tarih ve B.02.0.İHB.560.06/1497 sayıyla, ellerindeki yasa tasarısını paylaşmaksızın, örgütlerimize gönderdiği yazısında olduğu gibi bu konuda görüşlerimiz istenmiştir. Bu talep üzerine örgütlerimizin bazıları sayfalarca tutan değerlendirmelerini Sayın Cemil Çicek’e göndermişlerdir. Ancak üzerinden aylar geçmesine rağmen değerlendirmelerimize olumlu ya da olumsuz hiçbir yanıt verilmemiştir. Daha da kötüsü, defalarca ilgili bakanlıklardan ve de Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’ndan istememize karşın, örgütlerimizin yasa tasarısına erişebilmeleri ancak tasarının TBMM Başkanlığı’na sunulmasından sonra mümkün olabilmiştir. Verilen bu örnekten de anlaşılacağı üzere bizlerle kurulan ilişki monolog şeklinde gerçekleşmiştir. Ancak, sonuçlarına baktığımızda, görüşlerimizin şeklen alınmış ve bir iki küçük düzeltme dışında görüşlerimiz Tasarı’ya hiçbir şekilde yansımamıştır.
Oysa yapılması gerekken, hem oluşturulacak Kurum’un önemi hem de Paris ilkeleri böyle vaaz ettiği için insan hakları örgütlerinin, ilgili akademik kuruluşların bizzat bu çalışmanın her aşamasında kurucu ve olmazsa olmaz asli unsur olarak kabul edildiği bir sürecinin işletilmesiydi.
BM İşkenceyi Önleme Sözleşmesi’nin ek Protokolü (OPCAT)’nün gerekli kıldığı bağımsızlığı güvence altına alınmış “önleme mekanizmasının”, bu biçimiyle Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun bir alt organı haline getirilmesinin Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nca da savunulması büyük bir talihsizliktir. Ombudsman (Kamu Denetçisi) ya da Ulusal İnsan Hakları Kurumları gibi var olan kurumların, ulusal önleme mekanizması olarak atandıkları durumlara ilişkin Birleşmiş Milletler İşkencenin Önlenmesine Dair Alt Komitesi, 2008 yılından beri yayımladığı 14 rehber ve 25 Mart 2010 tarihli raporunda gerekli koşulları özetlemiştir. Mevcut yasa tasarısında bulunmayan bu koşullar; ulusal insan hakları kurumların rolleriyle, önleyici görevleri olan ulusal önleme mekanizmaları arasında net bir ayrımın yapılması, ulusal önleme mekanizmasının ayrı bir birim olarak oluşturulması, kendi bütçesi ve personelinin olması, yetkileri, yapısı, fonksiyonel bağımsızlığı, görev tanımı ve üyeliklerinin özel yasalarla belirlenmesi, bu kapsamda üyelerde aranan çeşitli profesyonel nitelikler, nasıl atanacakları, görev süreleri ve dokunulmazlıklarının da tanımlanmasıdır.
Keza, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nın açıklamasında “Tasarı’nın yasalaşma sürecinin halen devam ettiği ve dolayısıyla da görüş ve katılımlara açık olduğu da unutulmamalıdır” denilmektedir. Bu ifadeyi ciddiye alıyor ve yıllardır konuya ilişkin dile getirdiğimiz görüş ve eleştirilerimizin hiçbir şekilde dikkate alınmamış olması gerçeğine rağmen son bir umutla TBMM’nin değerli üyelerine ve kamuoyuna bir kez daha seslenmeyi tarihsel bir görev addediyoruz:
“Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanun Tasarısı” bu haliyle yasalaşmamalıdır! Anayasa Komisyonu’na geri gönderilerek insan hakları örgütlerinin, ilgili akademik kuruluşların ve insan hakları alanı ile ilgili diğer oluşumların sürece asli unsur olarak dahil edildiği bir hazırlık çalışması ve kapsamlı bir tartışma sonucunda evrensel standartlar ve halkımızın gerçek ihtiyaçları öncelenerek yeniden düzenlenmelidir.
Helsinki Yurttaşlar Derneği - İnsan Hakları Derneği – İnsan Hakları ve Mazlumlar için Dayanışma Derneği -Türkiye İnsan Hakları Vakfı – Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi