Ana içeriğe atla
Image
Haber yatay görseli
Share

Hapishaneler ve Toplum Konulu Forumlara Dair Notlar

Hapishaneler ve Toplum Forumlarının 1. Günü

Hapishaneler ve Toplum Forumlarının 1. Günü

Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST)’nin Boğaziçi Üniversitesi’ndeki “Hapishaneler ve Toplum” konulu 2 günlük programı 19 Aralık’ta “Hapishaneler ve Siyasi Partiler” forumuyla başladı. Kolaylaştırıcılığını Prof. Dr. Turgut Tarhanlı’nın yaptığı forumda Sebahat Tuncel, Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu ve Melda Onur konuşmacı oldular.

CİSST Yönetim Kurulu Zafer Kıraç, yaptığı açılış konuşmasında 19 Aralık’ın 2000 yılında 32 kişinin ölümüyle sonuçlanan Hayata Dönüş Operasyonu’nun yıldönümü olmasının altını çizdi. Forumun amacının medya, sivil toplum, üniversiteler ve siyasi partiler ekseninde hapishanelerin geleceği, kaçınılmaz olup olmadığı ve sorunlarını tartışmak olduğunu belirtti.

“Demokrasi Risk Almayı Gerektirir”

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Turgut Tarhanlı ise hapishanelerin Türkiye’nin yakın dönem hafızasında önemli ve travmatik bir yere sahip olduğunu ifade ederek, 12 Eylül darbesiyle yoğunlaşan toplum mühendisliği ve sonuçlarıyla sosyal ve siyasal anlamda henüz yüzleşilmediğini söyledi.

Tarhanlı “Adalet Bakanlığı’nın mevzuat yığını, erişim ve şeffaflık konusunda tutuklu ve hükümlüler açısından büyük bir asimetri yaratmaktadır. Cezaevlerinin denetim ve kontrolü konusunda sivil topluma ihtiyaç duyulmaktadır. Demokrasi risk almayı gerektirir, hakları koruma anlamında risk oldukça önemlidir,” şeklinde konuştu.

“Kürtler, Hukuku Yaşayarak Öğrenirler”

Barış ve Demokrasi Partisi İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, konuşmasına Maraş Katliamı ve Hayata Dönüş Operasyonu’nu kınayarak başladı. Geçmişle yüzleşme konusunda iktidarın sözlerini inandırıcı bulmadığını belirten Tuncel, Türkiye’nin siyasî ortamında içeride ya da dışarıda olma arasında fark olmadığını vurgulayarak sözlerine, “19 Aralık Katliamı planlanmış, hapishanelerin yeniden düzenlenme konusunda alınmış bir kararın uygulanmasıdır. Son açlık grevinde de iktidar, tahrik edici açıklamalarla açlık grevlerini şiddetlendirmiştir.” diye devam etti.

Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye adaletin sağlanması için para yardımında bulunduğunu söyleyen Tuncel, Adalet Bakanlığı’nın bu paralarla yeni hapishaneler yaptığını anlattı.

“Yönetmelik Sadece Erkeklere Göre Düşünülmüş”

LGBT bireylerin karşılaştığı sorunların nasıl çözüleceğine dair soruya yanıt veren Tuncel LGBT bireylerin ve kadınların ciddi sorunlar yaşadığını vurgularken çözüm konusunda kısa vadede umutsuz konuştu: “Yönetmelik sadece erkeklere göre düşünülmüş. Muhalefet olarak yasaları değiştiremiyoruz; ancak kanun teklifi verip gündeme taşıyabiliyoruz… Maalesef hükümetin onay vermediği hiçbir  düzenleme geçmiyor.”

Herkes Terörist Olabilir

Rize Eski Milletvekili (Refah Partisi), Halkın Sesi Partisi’nden Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılan değişikliklerle, düşünce ve muhalif olmanın terörle ilişkilendirildiği söyledi. Bekaroğlu “örgütle ilgisi olmayan; fakat yazıları ve eylemleriyle terör örgütüne yardım ettiği düşünülen herkes, kanun kapsamında yargılanabiliyor,“ dedi.

Mağduriyetleri Kamuoyuna Taşımak

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Melda Onur ise mağduriyetleri kamuoyuna taşıyarak yönetmelikleri değiştirmeye çalıştıklarını anlattı. “Yeşiller Partisi’nin yönlendirmesiyle bir vegan mahkumun hapishanede yaşadığı sıkıntılarla ilgilendim. “Aman canım, bununla da ilgilenilir” mi gibi eleştiriler aldım; fakat işin ucunu bırakmadık ve yönetmelik değişti. Çok büyük davalar, çok büyük sorunlar var; ama bir de yönetmeliklerde eksik kalmış alanlarda büyük mağduriyetler yaşanıyor.”

LGBT’lere Çifte Tecrit

LGBT tutukluların yaşadığı sıkıntılara da değinen Onur şunları söyledi: “Ne kadın, ne erkek koğuşuna sokuluyor, tamamen tecrit. Mesela erkeklerle voleybol oynatılmayan eşcinsel erkekler. Trans bireylerin yaşadığı sıkıntılar da var. Ne yazık ki, siyasi suçlu olmadıkları zaman medyanın ilgisini çekmiyor sorunları.”

Melda Onur, Adalet Bakanlığı’nın sorunların farkında olduğunu, yalnızca kamuoyunda duyurulana kadar bu sorunlara kayıtsız kaldığını ekleyerek medyanın önemini vurguladı.

“Hapishaneler ve Toplum” programının ikinci forumu "Hapishaneler ve Medya" üzerine gerçekleşti. 

Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu’nun kolaylaştırıcılığında gerçekleşen oturumda Ahmet Şık, Ayşe Düzkan, Gökçer Tahincioğlu ve İsmail Saymaz konuştular.

Oturum öncesinde CİSST Yönetim Kurulu Zafer Kıraç şunları söyledi: “Hapishanelere yönelik medya ilgisi yalnızca politik suçlular ve ünlü kişiler üzerinden gittiği halde özellikle LGBT bireyler, yaşlılar, ağır hastalar, yabancı mahpuslar ve anneleriyle kalan 0-6 yaş grubundaki çocuklar cezaevi sisteminde ciddi sıkıntılarla karşılaşıyor.”   

Galatasaray Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, medyanın devletin ideolojik aygıtı olarak işlev gördüğünü belirterek sıradan insanların cezaevi süreçlerinin medyada yer edinemediğinden bahsetti. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2012 raporundan alıntılayan İnceoğlu, en az 42’si gazeteci 72 medya çalışanının tutuklu bulunduğu Türkiye’nin “dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi” olduğunu ifade etti.

“19 Aralık’ın Bir Darbe Olduğunu Düşünüyorum”

Gazeteci Ayşe Düzkan 19 Aralık’ta medyanın büyük bir sansüre uğradığını belirterek yaşananları bir darbe olarak nitelendirdi. 

“19 Aralık’ın bir darbe olduğunu düşünüyorum. Cezaevindeki koşulların değiştirilmesine yönelik bir AB darbesidir. Hücre sistemi AB tarafından oluşturulmuş bir cezalandırma sistemidir.” 

Yaygın medyaya alternatif yaratmak gerektiğinin altını çizen Düzkan, “kendimizi rahatsız edecek bir bilinç edinmeliyiz” dedi.

Gazeteci İsmail Saymaz hâkim medyanın Bayrampaşa Cezaevi davasına kayıtsız kaldığını, yalnızca 5-6 kişinin bu konuyu yazdığını söyledi. 19 Aralık’tan bugüne kalan Ümraniye ve Bayrampaşa Cezaevi davalarının Mayıs’ta görüleceğini; fakat medyanın ilgisini beklemediğini anlattı.

Gazeteci Gökçer Tahincioğlu, Ankara Ulucanlar ve Burdur cezaevleri operasyonuna dair gazetecilik deneyimlerini paylaştı. Ana akım medyada gazetecilik ilkelerinin çoğunluk tarafından sahiplenilmediğinin altını çizdi.  

Ahmet Şık ise medya patronlarının gerçek gazeteciler üzerindeki sansürüne dair bir konuşma yaptı. İktidara yakın olan isimlerin hapishanelere davet edilerek koşullarla ilgili gerçekdışı, olumlu bir kamuoyu yaratılmaya çalışıldığını anlattı.

Hapishaneler ve Toplum Forumlarının 2. Günü

“Hapishaneler ve Toplum” konulu forumların üçüncüsü “Hapishaneler ve Üniversiteler” başlığı altında 20 Aralık günü gerçekleştirildi. Kolaylaştırıcılığını İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Dr. Bilge Fırat’ın yaptığı forumda, sırasıyla Boğaziçi Üniversitesi’nden Arda İbikoğlu, Binghamton Üniversitesi’nden Prof. Dr. Denis O’Hearn, Galatasaray Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. İpek Merçil ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden Mustafa Eren konuştular.

Hapishaneleri Görünür Kılmak

Arda İbikoğlu yaptığı konuşmada üniversitelerde yürütülecek çalışmalarla hapishanelerin daha görünür hale getirilmesinin gerekliliğine dikkat çekti. Ayrıca kendisinin doktora çalışması sırasında, ilgili devlet yetkililerinden kaynaklı olarak verilere ulaşma konusunda yaşadığı sıkıntıları anlattı.

“Canlı canlı gömülmek”

Prof. Dr. Denis O’Hearn konuşmasında İrlanda ve ABD hapishaneleri üzerindeki çalışmalarından kısaca bahsettikten sonra Türkiye’deki F Tipi Hapishaneleri değerlendirdi. O’Hearn, “beterin beteri” olarak nitelendirilen mahpusların tutulduğu yüksek güvenlikli hapishanelerin her üç ülkede de bütün bir hapishane sistemini kuran bir öğe olarak tasarlandığını bu nedenle F Tipi Hapishanelerde gerçekleştirilen uygulamanın bir bütün olarak hapishane sistemini bağladığını anlattı. Türkiye’de mahpuslarla yaptığı görüşmeler sırasında tecrit altındaki bir mahpusun kendi durumunu “canlı canlı gömülmek” olarak değerlendirdiğinin altını çizerek, Türkiye’de hapishane sisteminin mahpusların “gömüldüğü” yerler haline dönüştürüldüğünü ifade etti.

Sorular ve katkılar bölümünde O’Hearn’ın bu ifadelerini değerlendiren Zafer Kıraç da Türkiye hapishanelerinde “depo” mantığının hakim hale geldiğini ifade etti.

Gelen bir soru üzerine özelleştirilen hapishaneler konusunu ele alan O’Hearn, Amerika’da hapishanelerin özelleştirilmesinin başarısızlığa uğradığını da belirtti.

Hapishanelerde Çalışmanın Zorlukları

Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda 14 ay süren bir çalışma yapmış olan Yrd. Doç. Dr. İpek Merçil, hapishanelerde çalışma yapmanın zorluklarından söz etti. Hapishane yönetimlerinden kaynaklı sorunların yanı sıra hapishanelerde çalışma yapan bir akademisyenin hem hapishane idaresi hem de mahpuslar tarafından “olağan” karşılanması durumunun ancak birkaç aydan sonra gerçekleşebildiğini ve bu aşamanın ardından nispeten sağlıklı verilere ulaşılabildiğini belirtti.

Merçil ayrıca, Türkiye’de hapishaneler denildiğinde genelde siyasi mahpusların gündeme geldiğini, oysa adli mahpusların da çok ciddi sorunlar yaşadığını belirtti.

Disiplinlerarası Çalışmak Zorunlu

Tezini hapishaneler üzerine yazmış olan Mustafa Eren, tecrite dayalı olduğunu belirttiği yüksek güvenlikli hapishanelerin ortaya çıkışına kaynaklık etmiş olan 1950 ve 60’lı yılların duyusal algı mahrumiyeti deneylerini anlattıktan sonra, hapishaneler konusunda disiplinlerarası çalışmalar yapmanın zorunlu olduğunu belirtti. Eren, sosyologların, sosyal çalışmacıların, psikologların, siyaset bilimcilerin, tarihçilerin, eğitim bilimcilerin, hukukçuların, antropologların adlarını anarak her birinin hapishanelere ilişkin sözü olması gerektiğini ve ortak çalışmaların farklı alanların bilgi dağarcığını bir araya getirebileceğini, bunun önemli olduğunu ifade etti.

İki Sözümüzden Biri Tecrit Olmalı

Eren ayrıca F Tipi Hapishanelerde ortak kullanım alanları öngörülmeden inşanın gerçekleştirildiğini, sonradan yapılan düzenlemelerin de yetersiz olduğunu, mevcut koşullarda bu hapishanelerin tecritle anılır hale geldiğini belirttikten sonra, “eğer binlerce insan tecrit altındaysa, hapishanelere ilişkin her iki sözümüzden biri tecrit olmalıdır” dedi.

Share
İlgili Eğitim