BİRLİKTE Kurumsal Destek Program mentorlerimizden Hatice Kapusuz, Politika Belgesi Diye Pek Meşhur Biri! başlıklı yazısında bu belgeler için şöyle yazmıştı: Politika belgesi örgütün ve örgüt insanlarının kendileriyle hemhal olduğu, mevzulara dair demlendiği, deneyimlerine dair dertleştiği bir sürecin sonunda ortaya çıkan bir öğrenme belleği. Netleşmenin, birbirini anlamanın, sorunlara doğru isim vermenin bir aracı.
Öğrenen örgüt yaklaşımı ile kurguladığımız BİRLİKTE programına katılan örgütler mentorleriyle birlikte kendi yapıları için politika belgesi üretmek için çalışıyor. Bu süreçteki örgütlerden biri Göç ve İnsani Yardım Vakfı (GİYAV). Bu zorlu belge hazırlama sürecini bu başlıkta çalışan örgütlere de destek olması adına GİYAV’a sorduk.
İlk olarak bu belgeyi üretmeye nasıl karar verdiğinizi merak ediyoruz. Bir politika belgesi hazırlamaya neden ihtiyaç duydunuz?
Göç ve İnsani Yardım Vakfı, 1999’da köy yakmaları ve boşaltmaları sürecinden etkilenenlerin zorunda kaldıkları iç göçle ilgili çalışma yürütmek için iç göçün en çok yöneldiği illerden olan Mersin’de faaliyetlerine başlamış. Fakat göç çalışırken sadece “göç” olgusuna odaklanmak yerine göçün toplumsal cinsiyet eşitsizliği sebebiyle kadınlar üzerinde farklı etkilerinin olduğu tespitinden hareketle bu alanda özgün bir çalışmayı da hayata geçirmişler. Bununla birlikte ekoloji, anadili ve çocuk hakları gibi farklı alanları da hedefine koyarak bütünsel bir bakışla çalışmalarını yürütmeyi hedeflemi ve 2010 yılında vakıf merkezinin Amed’e (Diyarbakır) taşınmasıyla birlikte Kürt Kadın Hareketi’nin yürüttüğü özgün çalışmanın oldukça güçlü olduğunu fakat çocuk alanında çalışan hiçbir kurumun olmadığını fark ederek çalışmanın hedef kitlesini çocuklar olarak belirlemiş.
Bütün bu süreci anlatmamızın sebebi, örgütümüzün bundan 25 yıl önce ve toplumsal cinsiyet henüz çok az kurum tarafından konuşulurken dahi bu alanda bir farkındalığının olduğunu belirtme çabamız aslında. Toplumsal cinsiyete dair yazılı bir belgemiz olmasa da buna dair sözlü bir geleneğimizin olduğunu ve oturmuş bir örgüt kültürümüzün olduğunu söylemekten gurur duyuyoruz açıkçası.
Peki, madem bu kadar oturmuş bir örgüt kültürünüz var o zaman bu belgeye niye ihtiyaç duydunuz sorusunu duyar gibiyiz. Bizim tartışarak bulduğumuz cevap şu oldu: çünkü “erkeklik sözleşmesi” çok daha güçlü ve çok daha eskiye dayanan kökleri var. Bu ülkenin temellerinin üzerine inşa edildiği “Türklük sözleşmesi ve Müslümanlık sözleşmesi”yle birleştiğinde cinsiyetçi, ırkçı, ayrımcı ve kötücül bir sistemi her geçen gün yeniden üretiyor. Birbirini besleyen ve biriyle mücadele etmeden diğerini de yenemeyeceğimiz bu sistematik örgü sinsi, manipülatif, sürekli şekil değiştiren eşitsiz ilişkiler doğuruyor ve bunun karşısında mücadele edenlerin de sürekli değişen, yenisini üreten tanımlara ve mekanizmalara ihtiyacı var.
Bu belgeyle; kurum öznelerinin üzerinde tartışarak mutabık kaldığı tanımları belirleyerek kavramlara dair muğlaklığı gidermeyi, kurum öznelerinin toplumsal cinsiyet farkındalığını arttırmayı, günlük pratiklerde ya da çocuklarla yapacağımız her çalışmada toplumsal cinsiyete dayalı karar alma pratiğimizi yazılı bir metne dönüştürerek sistematikleştirmeyi, ihlal durumunda kurumun izleyeceği yöntemi belirgin kılacak denetim mekanizmaları oluşturmayı hedefledik. Her ne kadar pratikte uygulamaya çalıştığımız çeşitli yöntemler olsa da her kişinin toplumsal cinsiyete dair farkındalığı farklı olduğundan kurumun toplumsal cinsiyete dair duruşunu kişilerden bağımsız bir kurum politikasına çevirmenin de bir yöntemi olacak bu belge bizim için.
Bu hazırlığın kolay olmadığını tahmin ediyoruz. Süreçte neler yaşadınız biraz da bunu anlatsanız.
Bu belgeyi yazarken acaba yine çok mu Kürt olduk dedik kendimize. Yine her şeyi birbirine bağladık yine hepsine çözüm bulmadan hiçbirine çözüm bulamayız dedik. Yine ayıramadık konuları birbirinden, bizden beklendiği şekilde, olması gerektiği üzere(?). Sonra olması gerekenin ne olduğuna kimin karar verdiğini/verebileceğini sorguladık. Karşımızdaki kötülüğün örgütlülüğü ve bütünselliği karşısında bizim mücadelemizin de bütüncül çözüm arayışına teşne olduğu hatta zaman zaman altı satırdan oluşan cümlelerle derdimizi anca anlatabileceğimiz yanılgısına kapıldığımız bir farkındalık bizimkisi. Bir tercih değil zorunluluk olan cinsten. Adına kesişimsellik mi deriz kapsayıcılık mı deriz bilmeden kimseyi geride bırakmamaya dair kaygı, bu kaygıyı duymayanlara öfke ve biraz da kırgınlık belki.
Nafaka hakkına dair konuşması için – kesişimsel temelde olmadan- bir Kürt kadın aktivistin çağılmaması ile kadastro hukuku anlatması için asla bir kadın hukukçunun çağrılmaması arasındaki gizli örüntünün bire bir aynı kökten beslendiğini görebiliyor olmanın dayattığı bir yöntem bu. Savaş ve çatışma ile ilgili konularda göstermelik de olsa “alanın özneleri” olarak yer bulabilmemize rağmen örneğin konu Kürt çocuklarla doğrudan ilgili olmadığında (bu nasıl mümkün olabilir bilmiyoruz) bir çalışmaya dahil edilmemizin tali kalmasının hissettirdiği laboratuvar olma halinin kızgınlığı belki. Ne yaparsak yapalım ne kadar iyi yaparsak yapalım asla yeterli olmaması hissi. En iyisinin başkaları tarafından bilindiği ve sürekli öğrenici konumunda olduğumuz bir yaşam döngüsü. Dolayısıyla bu belgenin, canımızı acıtan eşitsiz ilişkilere, eşitsizlikler arası bir hiyerarşi kurmadan ve birbirinden ayırmadan dem vurması sadece bizim anlatma ihtiyacımızdan değil sömürgecilikle partiyarkanın kesişimselliğinden. Bunu sadece bir belge ile çözebileceğimizi düşünmediğimiz gibi beş ayrı belge ile de çözebileceğimizi düşünmüyoruz. Sonuçları eşit olan iki yöntem arasında tercih yapmamız gerektiğinde, belki de birbirinden nasıl ayrılır bilmediğimizden, bütünsel bir ele alışı seçtik. Pişman değiliz.
Politika belgesi hazırlığı katılım ve kapsayıcılıkla desteklemesi gereken bir süreç. Peki, siz bu hazırlık süreci için neler yaptınız, nasıl hazırlandınız?
Katılımcı bir süreç işletebilmek için bütün yönetimi, çalışanları ve gönüllüleri yapacağımız atölyelere davet ettik. Fakat maalesef örgütümüzde aktif biçimde faaliyet yürütenler dışında bu toplantılara katılan olmadı. Biz de bu atölyeleri vakıf başkanı (yönetimden katılan tek kişi), vakıf çalışanları (dört kişi) ve gönüllüler (üç kişi) olarak yürüttük.
Mentorümüzün kolaylaştırıcı sorularını aktif biçimde örgütte faaliyet yürütenler olarak tartıştık, zaman zaman birbirimizi ikna edemedik kendi içimizde tekrar tekrar tartıştık. Bu tartışmalarımızda ortaya çıkan başlıkları not ettik ve iki arkadaşımız yazım süreci için görev aldı. Hazırladığımız belgeye, atölyeye katılanlardan herhangi birinin şerhinin olduğu hiçbir konuyu/cümleyi yazmadık. Belgenin taslağını tekrar aynı ekibin onayına sunduk ve geri dönüşlere göre düzeltmeler yaptık. Düzenlenmiş olan taslağımızı BİRLİKTE’de ortak çalışma yürüttüğümüz ve aynı GEMİ’de yol aldığımız kadın arkadaşlarımıza (mentörler) gönderdik ve şu anda onların önerilerini bekliyoruz. Öneriler ve eleştirilerle bir miktar değişecek olan politika belgemizi son olarak yönetim kurulunun önerilerine açacağız ve geri dönüşlere uygun biçimde gerekli değişiklikleri yapacağız.
Belgeyi hazırlama sürecinden örgütünüze kalan öğrenmeler/farketmeler neler oldu?
Örgütümüze kalan en büyük öğrenme toplumsal cinsiyet eşitsizliğini nasıl tanımladığımızla ilgili yaptığımız tartışmaların bizlerde yarattığı ortak farkındalıktı. Bu tartışmaları yürütürken pratikte karşı karşıya kaldığımız örnekleri duymak daha önce toplumsal cinsiyetle ilgili olduğunu düşünmediğimiz birçok konuda farkındalığımızı arttırdı. Ayrıca toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılıkla paralel ve etkileşim içerisinde gerçekleşen diğer ayrımcılık temellerinin de hayatımızda ne kadar etkili olduğunu birbirimize itiraf etmiş olduk. Örgüt kültürümüz dediğimiz hususların aslında ne kadar özneye bağlı olduğu ve herkesin farklı birçok deneyimi, bakış açısını heybesinde taşıdığı gerçeği ile yüzleşmiş olduk. Sadece kurum içi ilişkilerde değil diğer kurumlarla ve kişilerle geliştirdiğimiz ilişkilerde de maruz kaldığımız eşitsizliğin yarattığı hissi birbirimizle paylaşırken ne kadar ortak tecrübelere sahip olduğumuzu görmek kesişimsel kimliklerimize dair yaşadığımız ayrımcılığın adını koymamızı sağladı. Kesişimsel olana ayrık bakamıyor oluşumuz, sorunun kaynağını yeniden tartışmanın zeminini açtı.
Örgütümüze kalan en büyük öğrenmelerden birisi de çocukların katılım hakkını esas alma iddiamızın gereği olarak çocuklara dair ilkeleri ve mekanizmaları tanımlayamayacağımızı fark edip çocukların kendi yazacakları bir toplumsal cinsiyet politika belgesinin çalışmasını yapmaya karar vermemiz oldu. İlkelerimizi, tanımları ve mekanizmaları belirlerken çocuklar adına bunları belirleme hakkımızın olmadığında hemfikirdik. Fakat sürekli çocuklarla çalışma yürüttüğümüz için bu alanda bir belgeye de ihtiyacımız vardı. Bu iki durum, çocukların kararlarını kendilerinin vereceği ve yazımını üstlendikleri bir politika belgesi için 6 aylık bir çalışmayı planlamamızı ve önümüze koymamızı sağladı.
Bu hazırlık sonrası örgütünüzde gözlemlediğiniz değişimle neler?
Bu belge henüz son halini almamış olsa da sadece tartışmasını açmış olmamızın dahi farkındalığımızı arttırdığını net biçimde belirtebiliriz.
Bunun en somut örneği sürekli hizmet alımı yaptığımız bir üçüncü kişiyle kurulan ilişkinin toplumsal cinsiyeti besleyen ve kadın çalışanlara yönelik eril tutumunun adını koymamız ve hizmet alım sözleşmesini sonlandırmamız oldu. Buna ek olarak yapılan tartışmalar sonrasında günlük hayatımızdaki pratikleri de daha rahat biçimde toplumsal cinsiyet perspektifinden incelemeye başladık. Çocuklarla yapılan atölyelerde bu başlığı daha fazla gündemimize almaya, stratejik plandaki her başlığı bu bağlamda gözden geçirmeye başladık. Dolayısıyla hem değişimin önünü açtığını hem de güçlendiğimizi söylemek yanlış olmayacaktır.