Skip to main content
Image
Haber yatay görseli
Share

Büro Çalışanları: "Kaç Bize Gel"

"Servis hakkı için bile bir araya gelemiyorsun, herkes kişisel bir kurtuluşun peşinde" diyen büro çalışanları meslektaşlarını dayanışma kültürüyle tanışmaya çağırıyor.

"Servis hakkı için bile bir araya gelemiyorsun, herkes kişisel bir kurtuluşun peşinde" diyen büro çalışanları meslektaşlarını dayanışma kültürüyle tanışmaya çağırıyor.

Pazartesilerden nefret ediyorsan,

Serviste uyumaktan boynun tutulmuşsa,

Kuru fasulyeyi, pastırmalı yumurtayı özleydiysen,

Kaç Bize Gel...

Rekabet yükseldikçe, güvencesizlik artıyor. "Ekip" işleri dayanışma değil, yalnızlaşma getiriyor. Yükselme hayalleri ile antidepresan miktarları yarışıyor.

Büro çalışanları artık "Kaç Bize Gel" diyor.

Sendika değil. Büro çalışanlarıyla ilgilenen büro çalışanlarının oluşturduğu bir organizasyon. İçlerinde, mühendis, iletişimci, avukat, kısacası büroda çalışan herkes var.

Nihai hedefleri, büro çalışanlarının grevli toplu iş sözleşme hakkına kavuşmasını sağlamak.

Ama, öncelikle büro çalışanlarının "kimlik"lerini kabul etmeleri lazım.

Bir kadın K., bir erkek E. büro çalışanı bianet'e anlattı.

Nedir bu beyaz yakalıların kimlikle olan sorunları?

K: Mavi yakalıların içinde yılların verdiği "mücadeleci işçi kimliği" diye bir şey var. Büro çalışanlarının böyle bir kimliği yok. Çoğu aslında iki, üç milyar kazanıp onun iki katı kazanıyormuş gibi yaşamaya çalışıyor. Gültepe'de oturup "Levent'te oturuyorum" diyen arkadaşlarım var. Uçakla şuraya tatile gidemedim diye utanan insanlar var. "Evet maaşım yetmiyor, Kanyon'dan alışveriş yapamıyorum, Gültepe'de oturuyorum" diyebilecekleri bir kimliğe ihtiyaçları var. Kaç Bize Gel, bir yere çağıran değil de öncelikle kendine çağıran, kimliğine çağıran bir oluşum.

Büro nasıl bir ortam?

K: Korkunç bir rekabetçilik, özgüven kırıcı bir çalışma ortamı var. Yapamadın, beceremedin, performans sistemleri...  Çoğu psikologa gidiyor; antidepresanlar veriliyor. Halbuki bu bir sistem problemi. Büro çalışanları başarı motivasyonuyla, "yükseleceğim" hırsıyla pompalanıyorlar. Oysa sadece yüzde 10'u hayal ettiği yere ulaşabilecek. Yüzde 90'ı zaten hayal kırıklığı içinde yaşıyor.

"En kolay biz 'ikame' edilebiliyoruz"

Yükselmenin yanında işten çıkarılma korkusu da var...

E: Ofis çalışanları aslında şu an en kolay ikame edilebilir kişiler. Bir overlokçuyu kovmak, bir mühendisi veya muhasebeciyi kovmaktan çok daha zordur. Çünkü yeri çok daha zor ikame edilir.

90'lı yıllarda bu sektöre girmiş kimseler performans kriterlerini tutturdukları takdirde iş hayatında tutunabiliyorlardı. Ama artık sektör oturdu. Nitelikli ya da başarılı olmanız orada çalışmanızı sürdürebileceğiniz anlamına gelmiyor. Sektör içerisindeki herhangi bir oturma halinde artık gereksizleşen ve fazla maaşla istihdam edilen biri haline geliyorsunuz ve doğrudan kapının önüne koyuluyorsunuz.

Daha acıklı bir şey var, bir overlokçu işten çıktığı zaman başka bir yerde overlokçuluk yapabilir. Ama bu sektörde çalışan insanlar diğer rakipleri de böyle bir şeye ihtiyaç duymadığı için hiçbir zaman kendi işlerini yapamayacak. Köfteci dükkanı açmaya çalışıyorlar ve üç ay sonra iflas edip evlerine çekiliyorlar.

"Maaşı gizli tutmak, dostluğu engelliyor"

Peki, ofis içinde arkadaşını sana "düşman" ettiren durumlar nedir?

K: Maaşları gizli tutmak, başlı başına, senin iş arkadaşlarınla dostluk ilişkileri kurmanı önlüyor; çalışanların arasında korkunç bir kinin artmasına sebep oluyor. Seni sürekli dürten bir direktörün üstüne iş arkadaşlarından nefret etmek büyük bir işkence.

Onun dışında sürekli mesai yapmak, "her şeyi ben yapıyorum" diye gösterirken arkadaşının açıklarını ortaya çıkarmak. Çok basit servis hakkı için bile bir araya gelemiyorsun, herkes kişisel bir kurtuluşun peşinde oluyor çünkü. Çok basit bir örnek, bir işi 2 saat yerine 1,5 saatte bitirirsen, öbürü bir saatte bitirir, diğeri yarım saat. Bu böyle gider. Kim karlı çıkar? Sen değil, patron, zaten onun istediği de budur.

Ve tüm bu süreçte kızgın olduğun kişi patrondan ziyade yanındaki arkadaşın oluyor. Oysa patrona karşı birlikte hareket etmek çalışanın karına. O yüzden önce dayanışma kültürüyle tanış diyoruz. İşte toplu iş sözleşme hakkından önce de yapılabilecek çok şey var. Servis hakkı, kreş hakkı, sigara içme süresi, iş saatleri dışında telefonunu açmamanın normal karşılanması vs vs vs.

"SSK'sını bile kontrol etmiyor"

Ama nihai hedef toplu iş sözleşmesi değil mi?

E: Evet. Bir iş görüşmesine gidiyorsunuz. Orada yalnızsınız ve işveren size her türlü koşulu dayatabiliyor. Maaşınızdan, çalışma saatlerinize ya da ne kadar süreyle çalışacağınıza kadar her şey işveren tarafından belirleniyor.

Eğer işverenin karşısında bütün çalışanlar aynı sözleşmeyi yaparsa (görev tanımları ile ilgili farklı maddeler de eklenebilir) iş güvencesine sahip olunur. İşveren sizi dileği gibi sizi işten atamaz, mobbing uygulamaları başlatamaz vs. Bunun bir sendikayla beraber yapılması bir zorunluluk tabii.

Site üzerinden neler yapılacak?

K: Kaç Bize Gel sitesinde ofis çalışanlarının yaşadığı o atmosferi eğlenceli bir şekilde yaratmak istiyoruz. Yani arkadaşını patrona gammazlayan bir büro işçisi tiplemesiyle bir yerlerde dalga geçilmesi lazım. İnsanlar ona baktığı zaman kendiyle ilgili bir özeleştiriye girebilir.

Ya da yeni başlayanlara tavsiyeler gerekli. Mesela ilk işe girdiğinde kimse SSK'sını kontrol etmeyi bile akıl edemez. Anlaşma yaparken nasıl konuşman lazım, ne bileyim mesaiye kalmak istemiyorsan bunu hangi dille söylemen lazım. İşte böyle şeylerin bir yerlerde yazılması lazım. Site için tüm bunları komik bir dille yazacak, içerik üretecek insanlara ihtiyacımız var.

Peki kaçıp size gelmek isteyen çok var mı?

E: Son beş yılda Burger King, IBM, çeşitli çağrı merkezleri çalışanlarının direnişleriyle karşılaştık. Çalışanlar içerisinde bir arayış başladı. Bir araya gelmek artık bir hayal değil, zorunluluk. Yoksa Zaytung'da söylendiği gibi, beyaz yakalılar üç ayda sıkılacakları hobi önerileri ile yetinmek zorunda kalacak.

Share
İlgili Eğitim