Avrupa Birliği Finans ve İhale Birimi tarafından Sivil Toplum Örgütleri Arasında Diyaloğun Geliştirilmesi başlığı altında ve 2010 yılında açtığı hibe fonu kapsamında, İstanbul ve Diyarbakır’da çocuklar ve gençlerle çalışan Başak Kültür ve Sanat Vakfı ile Çocuklar Aynı Çatı Altında Derneği’nin birlikte çalışarak Suçlu muyum? Suçlu muyuz? Suçlular mı? Projesi çerçevesinde 31 Mart 2012 de panel ve sergi gerçekleştirildi. Gençlerin yoğun ilgi gösterdiği etkinlikte ,çeşitli sivil toplum örgütlerinin, yazarların, akademisyenlerin, hukukçuların, yerel yönetim temsilcilerinin, meslek elemanlarının ve tabii ki çocukların da katılımı ile "çocuk suçları!" yasal çerçevenin yanısıra sosyal, psikolojik ve toplumsal algı düzeyinde tartışıldı. Salonun her noktasında formun öznesi olan çocuklar konukları sıcak bir coşku ve bayram heyecanıyla ağırladılar. Kimi kayıt formunu doldururken kimi fotoğraf sergisinin tanıtımı yaptı, kimi dosya sundu, kimisi ise kamerasıyla o anları ölümsüzleştirdi.
Proje koordinatörünün açılış ve proje sunumunun ardından operatörlüğünü Gülçin Elçik’in yaptığı panel / foruma geçildi. Panelde ilk sözü alan katılımcı çocuklardan Elif oldukça dokunaklı bir girişle söze başladı;
‘’Bu sizin için normal bir panel olabilir ama bizim için çok değerli ve anlamlı bir gün. Benim ailem buraya göçle geldi. Siirtli bir ailenin altıncı çocuğuyum. 16 yaşındayım. Şöyle bir gerçek var, benim annem Siirt’te doğup büyüdüğü için Kürtçe biliyor, çocuklarını ise İstanbul’da doğurdu ve biz hepimiz Türkçe biliyoruz. Kürtçe anlıyorum ama konuşmakta zorluk çekiyorum. Gerek ailede, gerek okulda, gerek sokakta sorun oluyor. Mesela okulda öğretmenler ilk olarak; adın, soyadın, nerelisin, annen ne iş yapar, baban ne iş yapar diye soruyor. Ben nereli olduğumu söylediğimde hep kendimi suçlu gibi hissettim. Sokakta arkadaşlarımla olan tartışmalarımızda bana ‘’Sen Kürtsün’’ derler. Sanki suçluyum gibi. Bence hiç kimse suçlu değildir, hele ki 18 yaşının altında olan çocuklar hiç suçlu değildir. Eğer bir yerde adaletsizlik, eşitsizlik varsa inanın orda suç vardır. Size sormak istiyorum aslında, eğer bir yerde sizce adalet ve eşitlik varsa orda suç olur mu?”
Katılımcı çocuklardan Muhammet ise sorunun çarpıcı bir özetini sunar gibiydi;
‘’Aslında bir çocuğa suçlu damgasını vurmak yerine onu bu suça iten nedenleri araştırmak gerekir. Örneğin, bir çocuğa işlediği suçun nedenini sorarken, mesela karakollarda ve benzeri yerlerde soruyorlar, ama bunun yerine kendilerini rahat hissedebileceği mesela park gibi bir yerde sorsalar, çocuk kendini daha rahat ifade edebilir. Çünkü kendini baskı altında hissetmez. Bence Türkiye toplumu çocukları dinlenmesi gerektiğini hala çözememiş. Toplum içerisinde Kürtçe konuşmamız insanları bizden uzaklaştırıyor. Suçlu damgası yiyoruz. Siz neden toplum içerisinde böyle birbirinizle konuşmuyorsunuz gibi. Mesela İngilizce konuşsan ya da Fransızca konuşsan, İtalyanca konuşsan bu yanlış anlaşılmaz ama Kürtçe konuştuğumuz zaman insanlar bize yanlış gözle bakıyorlar. Sen Kürtsün, kötü insansın, işte bize bu gözle bakılıyor.”
Panel katılımcılarımızdan Radikal gazetesi köşe yazarı Pınar Öğünç sorunu ana akım medyanın yaklaşımı açısından ele alarak görüşlerini paylaştı:
‘’Ana akım medyanın sürdürülebilmesinin temel yönlendiricisi zaafların kaşınmasıdır. Haberin yapılmasında popülist bir ahlak anlayışı esas alınır, nefret söylemi alt sınıf ve suç gibi unsurlar söz konusu olduğunda katmerlenerek devreye girer. Haberlerde verilen ayrıntıların, kişilerin toplumsal hayata dahil olmasını zorlaştırıcı ayrıntılar olmaması gerekir. Özellikle Kürt çocukları siyasi manipülasyon haline gelmektedir.”
Bianet Gazetesi Editörü Yüce Yöney çocukların medyada koruma adı altına nasıl teşhir edildiğini çarpıcı örnekleriyle açıkladığı konuşmasında:
‘’Çocukları dinlerken keşke hep onlar konuşsa diye düşündüm, çünkü sanırım hepimizden çok daha iyi ifade ettiler sorunları. Şunu söylemek mümkün, onların samimiyetiyle dinlediğiniz bir konuşmanın üzerine, yetişkinlerin huzursuz ciddiyetiyle olacak bir konuşma için özür dilerim. Ama maalesef biz büyükler sorunlara yetişkinlerin bakış açısından, medyanın nasıl ele aldığıyla ilgili olarak bir şeyler söylemek zorundayız ve onun için buradayız.
Hak ihlallerinin başında kimliklerinin deşifre edilmesi geliyor. Fotoğraf ilk akla gelebilecek örneklerden bir tanesi. Suça itilmiş çocukların fotoğraflarını gazetelerde sürekli olarak görüyoruz. Hepimiz biliyoruz ki o bant aslında yeterli değil o çocuğun tanınmaması için sadece yasal bir formaliteyi yerine getiriyor ama aslında etik işlemini yeterince görmüyor. İsimlerinin yazılması çok önemli, kimliklerinin deşifresiyle ilgili olarak, büyük bir hak ihlal ediliyor. Pozantı Cezaevi’nde yaşanan çocuklarla ilgili, hak ihlalleriyle ilgili olarak görev yeri değiştirilen veya görevden alınan dört tane görevli var, devlet memuru. Herhangi birinin adının ve ya soyadının baş harflerini biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz, ben de bilmiyorum. Ulaşmak için çabaladığımda da zorluklarla karşılaşıyorum. ‘’ Dedi.
Sosyal Hizmet uzmanı Nihat Tarımeri sorunu hukuksal ve görev alanı çerçevesinde değerlendirerek:
‘’Türkiye’de genel olarak hukuksal araçlar yanlış amaçlar için kullanılmaktadır. Çocuk ağır ceza mahkemesi başlığı altında yapılan bir düzenlemenin esas olarak cezalandırmaya yönelik olduğu ortadadır. UYAP sisteminde dahi çocuğun korunmasına yönelik tedbirler göz ardı edilmektedir. Dünyada çocuk mahkemelerinde sosyal hizmet uzmanı gibi hakime bağımlı çalışan bir görevlendirme sözkonusu değildir. Böyle bir pozisyonda hazırlanan raporların esas alınması zorunludur.” Dedi.
İstanbul Barosu avukatlarından Av. Ayşenur Demirkale ise hukuksal süreç açısından değerlendirme yaptı:
‘’Bugün şiddet tanımı hak sahibi olamama, özel koruma gerektiren koşullardan faydalanamama şeklinde genişletilmiştir. Çocukların suç iddiasıyla ifadelerinin alınmasından yargılanmasına kadar olan süreç, yasalardaki problemli hükümler bir yana, yasada öngörülenler ve fiiliyatta karşılaşılanlar açısından birbiriyle çelişki oluşturmaktadır. Çocuk mahkemeleri çocukları korumaya yönelik önlemleri tali görüp ilgilenmemektedir. Koruyucu ve destekleyici tedbirleri çoğu zaman ceza/güvenlik tedbiri olarak uygulamaktadır. En fazla 1 saat içinde ve adli tıp uzmanının inisiyatifi doğrultusunda hazırlanan adli tıp raporları, çocukların tutuklanıp tutuklanmayacağını belirleyen nihai raporlar olmaları itibariyle sorunludur. Sosyal inceleme raporları da neden-sonuç ilişkisine bakılmaksızın, çok kısa bir sürede ve çocuğun beyanı esas alınarak hazırlanmaktadır.”
Boğaziçi Üniversitesi`nden Doç. Dr. Serra Müderrisoğlu suçun nedenlerinin ortadan kaldırılması gerektiğine vurgu yaparak konuşmasına şöyle devam etti: ‘’Meseleyi kişiden uzaklaştırıp eylemin ayrıntılarına kilitleyen, olayı bilinçli bir şekilde neden-sonuç ilişkisinden kopuk bir şekilde ele alan bakış açısı, sorumluluğu koşullara değil de kişinin kendine yüklemeye yönelik bir yaklaşımın ürünüdür. Suçun tekrarlanmasını önleyecek koşullar oluşturulmadığı halde, çocuklar oluşturulmayan bu koşullar üzerinden suçlanmaya devam edilmektedir.”
Son olarak Diyarbakır B.B. Çocuk Hizmetleri Şube Müdürü Abdulkadir Güger sorunu bölge açısından değerlendirerek şu değerlendirmede bulundu;
‘’Bölgede sorunun temeli zorunlu göçtür. Politik nedenler, eğitimde fırsat eşitliğinin olmaması, ailevi nedenler vs…çocukların sokakta çalışmasına yol açan nedenlerdir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmemiş olması ise bu soruna çözüm bulmakta güçlük yaratmaktadır. Bunun sonucunda çocuklar göçün yarattığı travma açısından bakıldığında normal, suç açısından bakıldığında anormal sayılan davranışlar sergilemekte ve yaşadıkları süreci defalarca anlatmak zorunda bırakılmaktadır. Çocuğu aileden alma önlemi çoğunlukla çocuğu cezalandırmaya dönüşmektedir.Bu sorunlara çözüm bulunabilmesi için çocuk izleme merkezlerinin kurulması gerekir.’’
Etkinlik kapsamında İstanbul ve Diyarbakır’a göç ve zorunlu göç nedeniyle gelmiş çocukların fotoğraf çalışmalarından oluşan sergi 1-8 Nisan tarihleri arasında Cezayir Restaurant’ da ziyarete açık olacaktir. Sergide yer alan fotoğraflar çocuklarımızı daha iyi anlamak, kendilerine dair algıları üzerine fikir edinebilmek adına yol gösterici olacaktır. Nisan sonunda derlenilecek proje raporu Kürtçe, Türkçe ve İngilizce olmak üzere 3 farklı dilde yayınlanacak ve kamuoyu ile paylaşılacaktır.
Başak Kültür ve Sanat Vakfı