Skip to main content
Image
Haber yatay görseli
Share

İklim Adaleti Müzik Albümü Çalışması Müzisyenlerin Katkılarını Bekliyor

Ekoloji Kolektifi olarak İklim Adaleti Koordinasyonu çerçevesinde yürütülen çalışmalardan birisi de bir müzik albümü projesi. Albüme şu ana kadar Erkan Oğur, Bandista, Kara Güneş, Şubat Yolcusu, Zafer Erdaş, Alp Bora, Özlem Bulut, Çiğdem Soyarslan eserleriyle katkı sunacaklarını bildirdiler. Bu albüme eserleri ile katkı sunmak isteyen profesyonel ve amatör sanatçı ve grupların eserlerini değerlendirilmek üzere 10 Ocak 2011’e kadar mp3 formatında Ekoloji Kolektifi'nin adreslerine iletmeleri gerekiyor.

Ekoloji Kolektifi olarak İklim Adaleti Koordinasyonu çerçevesinde yürütülen çalışmalardan birisi de bir müzik albümü projesi. Albüme şu ana kadar Erkan Oğur, Bandista, Kara Güneş, Şubat Yolcusu, Zafer Erdaş, Alp Bora, Özlem Bulut, Çiğdem Soyarslan eserleriyle katkı sunacaklarını bildirdiler. Bu albüme eserleri ile katkı sunmak isteyen profesyonel ve amatör sanatçı ve grupların eserlerini değerlendirilmek üzere 10 Ocak 2011’e kadar mp3 formatında Ekoloji Kolektifi'nin adreslerine iletmeleri gerekiyor.

Gönderilecek eserlerin telif sıkıntısı olmaması ve tercihen daha önce yayımlanmamış olması gerekmektedir.

Eserler öndeğerlendirme için mp3 formatında istenmekle beraber, albümde yer alacak eserlerin wave 24 bit olarak bize ulaştırılması; mümkünse yetkin bir miks işleminden geçmesi ancak toplu olarak albümdeki bütün eserler mastering sürecine gireceği için master işleminden geçmemiş ve master bus’ta hiçbir işlem uygulanmamış olarak Ekoloji Kolektifi'ne ulaştırılması istenmektedir.

Albümün tanıtım metni aşağıdadır:

“İklim değişikliği” önümüzdeki yüzyılın en önemli sorunu olarak önümüzde duruyor. Dünyadaki canlılığın devam edip etmeyeceğinin kararını bu yüzyılın insanları karar verecek. BM Ekim ayı içinde yayımladığı raporla, iklim değişikliğinin getirdiği ekonomik maliyetlerin var olan finansal sistemin geleceğini tehdit edecek boyutlara ulaştığını ilan etti. Ekimin son haftasında yine BM Biyolojik Çeşitlilik Taraflar Konferansında da, iklim değişikliği konusunda acil önlemler alınması gerektiğinin altını çizdi. Bu sorunun tüm aciliyeti ortada iken, uluslar arası hukukun işletilmesi konusunda etkin araçlara sahip olmaktan oldukça uzağız. Türkiye’nin de taraf olduğu Kyoto Protokolü bugüne kadar iklim değişikliği konusunda konulan hedefleri gerçekleştiremedi. Bu konuda en büyük sorun, eşitsizliğe dayalı finansal sistem içinde, ülkelerin iklim değişikliği konusunda kendi finansal araçlarını yaratmasına yönelik uluslar arası hukuktur. İklim değişikliği konusunda sahici ve ciddi adımlar atmak istiyorsak dünya üzerinde biyolojik çeşitlilik, genetik varlıklar açısından zengin ülkelerin toplumsal zenginliğin küçük bir bölümünü kullanıyor olduğu gerçeğini görmemiz gerekir. Bu nedenle de bu ülkelerin, genetik varlıklar, biyolojik çeşitliliği iklim değişikliğinin etkilerinden kurtarmasının önünde ekonomik ve sosyal engeller bulunuyor. Yoksulluk ve borç batağı içindeki ülkelerin, iklim değişikliğine karşı etkin önlemler almasını bekliyorsak bu ülkelerin ekonomik borçlarını gözetmek zorundayız. Önümüzde acil duran bu sorun karşısında, gelişmiş kapitalist ülkelerden teknoloji transferi yoluyla, karbon emisyonu satışı yöntemleriyle iklimin adaletini sağlayamayız. Bunun için yoksul ülkelerin ekonomik borçlarının silinmesi hususunda daha etkin ve aktif bir siyaset izlemek zorundayız. Dünyanın zengin kapitalist ülkelerinin ekolojik borçlarına karşı yoksul ülkelerin ekonomik borçları silinerek iklim değişikliğine yönelik finansal araçlar yaratılabilir.

BM 15. taraflar konferansının yapıldığı Kopenhag Zirvesi de bir kez daha gösterdi ki, ne zengin ülkeler mevcut tüketim alışkanlıklarını değiştirmek istiyor ne de yoksul ülkeler zengin ülkelerin vardığı kalkınma hedeflerinden geride kalmak istiyor. O halde bu Gordion düğümünün çözümü yine biyolojik çeşitliliğin fazla olduğu ülkeler lehine pozitif ayrımcılık politikalarını harekete geçirmekle mümkündür. Önümüzdeki yüzyılda gıdaya, suya ve temiz havaya ulaşmak istiyorsak bir yandan batılı zengin ülkeler tüketim alışkanlıklarını değiştirmeli, diğer yandan da ekonomik açıdan darda olan ülkelerin borçlarının silinmesi için güçlü adımlar atılmalıdır. Bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik hukuki bir dayanak noktamız vardır. Doğa ve kültür varlıklarının insanlığın ortak mirası olduğu ön kabulümüzdür. Bu ortak mirası, ortak bir değer olarak korumak ise tüm ülkelerin sorumluluğudur. Bu sorumluluğu bugüne kadar yoksul ülkelerin sırtına yükleyen ekonomik sistem, iklim değişikliği sorununu çözemeyecektir.

Önümüzdeki ay (Kasım 2010) Meksika Cancun’da iklim değişikliği 16. taraflar konferansı gerçekleştirilecektir. Bu toplantı da 2012 sonrasında iklim değişikliği konusunda atılacak somut adımlar üzerinde durulacaktır. İçerde BM’ye taraf ülkeler tartışmalarına devam ederken, Meksika’nın sokakları iklim için adalet isteyen binlerce yerli, yoksul, emekçi, ekolojistin eylemliliklerine sahne olacaktır. Kopenhag zirvesi sırasında pek çok yoksul ülke ve toplumsal mücadele masa başı pazarlıklarla bu sorunun çözümünün gerçekleşmeyeceğini idrak etmiştir. Bu nedenle Bolivya’nın çağrısı ile 22 Nisan 2010 tarihinde halkların iklim adaleti zirvesinde Koçabamba’da bir araya gelmişlerdir. Doğanın ve emeğin aşırı sömürüsüyle artan iklim krizine karşı tabandan bir hukuk yaratmanın araçları üzerine kafa yormuşlardır. Bu toplantı sonrasında ortaya çıktığı gibi, önümüzdeki yıllarda dünyada yaşanan iklim felaketinin etkisiyle milyonlarca insan evsiz barksız kalacaktır, içme suyu bulunmayacaktır. Gıdaya erişim olanakları daralacaktır. Bunun için hakça bir paylaşım ve eşitsiz finansal sistemin alternatifinin yaratılması için mücadele kararlılığı sergilenmiştir. Bu çabanın somut adımı olarak, suyun tüm canlıların hakkı olduğu kararı, BM gündemine getirilmiş ve bu hak kabul edilmiştir. Sırada gıdanın, suyun ve havanın canlılığın temel hakkı olduğuna yönelik eğilimi koruyacak hukuki güvence sisteminin inşası süreci vardır.

Meksika Tepecu’da bir araya gelen baraj karşıtları, dünyanın her yanında artan barajlara karşı dünya evininin korunması için kalkınma hedeflerinden, üretim ve tüketim alışkanlıklarından kopuşun bir zorunluluk olduğunun altını çizmiştir.

Bu doğrultu’da söylemek gerekir ki Avrupa ve Asya’nın iklim krizindeki Gordion düğümü de Anadolu topraklarından geçmektedir. Anadolu coğrafyasının tarımsal sistemlerinin güçlendirilmesi, biyolojik çeşitliliğinin korunması Avrupa’nın da ekolojik geleceğinin garantisidir. Ancak Türkiye’de tasfiye edilen tarımla birlikte, küçük çiftçilik ve buna bağlı olarak da biyolojik çeşitlilik ve türler kaybolmaktadır. Doğal tarım alanlarının yok olması, Anadolu coğrafyasının ormansızlaşması su krizini de tetiklemektedir. Baraj, termik ve nükleere dayalı enerji politikaları ile bölge tam bir enerji nakil hattına dönüşmektedir.

Avrupa, Türkiye’ye bir enerji nakil üssü olarak yaklaştığı sürece iklim krizi çözülmez. Bu bölgenin genetik çeşitliliği, su, toprak zenginliği korunmadığında yaşanacak yoksulluk hem bir doğa felaketini hem de yeni bir göç dalgasını tetikleyecektir. Ekolojik krizin yol açtığı bu göç olgusu etkisini göstermeye başlamıştır. Ekolojik soykırım (Ecosid) diyebileceğimiz bu gelişmelerin bedelini en ağır biçimde ödemek zorunda kalacağız. İstikrar politikaları bu ihtimali görmekte ancak bu konuda somut adım atmamaktadır. Doğal gaz sistemleri için güvenli bir enerji nakil üssü olarak kurgulanan Türkiye’de tam da bu nakil üssü işlevi ile AKP hükümetinin Avrupa tarafından desteklenmesi, ortaya dökülen felaket tablosunu görmezden gelmek anlamına gelir. Gerçek anlamda, Türkiye doğasının kırda ve kentte yağmalanması, insanlığın ortak mirasının yağmalanması anlamına gelir.

Bugüne kadar demokrasi fikrinin altında yatan eşitlik ve dayanışma ideallerinin ilgasına yol açan bu gelişmeler karşısında demokrasiyi ve halkların bir arada barış içinde yaşamasını savunmaya devam edecek isek, iklim adaleti için eşitsizlik sisteminin üzerine gitmeliyiz. Gıda egemenliğini, temiz nitelikli su, yaşanır bir hava ancak iklim için adalet politikasını yükseltmekle mümkün olacak. Bizler bir yandan emeğin haklarını koruyup geliştirirken diğer yanda da doğanın var olma zeminini korumak zorundayız. Bunun için de doğanın da sömürüsüne yol açan uluslararası hukuk sisteminde bir dönüşümü işaret etmeliyiz. Bu dönüşümün önemli ilkelerinden biri de ekonomik işbirliği ötesinde, yoksul ülkeler lehine pozitif ayrımcılıkla mümkün olacaktır.

Kadınların, çocukların, yoksul milyonlarca insanın önümüzdeki yüzyıldaki kaderi bu noktada gerçekleştireceğimiz seçimlere bağlıdır. Koçabamba’da ki “Doğa Ana Hakları ve İklim Değişikliği Dünya Halkları Konferansı”nda belirtildiği gibi “Küresel ısınmaya karşı mücadele, yalnızca mevcut üretim ve tüketim sisteminin acil bir dönüşümüyle değil, kolonyal ve Avrupa-merkezci hegemonik bilgi modellerine ve paradigmalarına karşı güçlü bir mücadeleyle de ilgilidir. Bir sonuç olarak gezegenin sınırlarına ulaşmış derin bir yapısal krizle karşı karşıyayız. Köleliğe, insan varlığının ve doğanın tahribine dayalı patriyarkal bir gelişme modelinin ölümcül bir kriziyle karşı karşıya bulunuyoruz. İçinde yaşadığımız iklim krizi, yalnızca atmosfer sıcaklıklarının yükselişi sorunu değil, gezegen üzerindeki hayatı ve insanın doğayla uyumlu ilişkisini mümkün kılan küresel koşulların yıkımı sorunudur.”

Tam da bu nedenle müziklerimizle dünyaya bir çığlıkta biz koyacağız, iklim adaleti için şarkılar söyleyeceğiz. Ekolojik yıkımın yaşandığı coğrafylara adanacak bu şarkıları Özlem Bulut, Çiğdem Soyarslan, Bandista, Erkan Oğur, Şubat Yolcusu gibi isimlere yer vereceğiz. Bize omuz vermeniz, tüm dünyanın güzelleşmesine bir katkı olacaktır.

Ekoloji Kolektifi
http://www.ekolojistler.org
http://www.facebook.com/ekoloji.kolektifi
[email protected]Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır

PROJE HAKKINDA BİLGİ VE İLETİŞİM İÇİN:
Proje Koordinatörü
Cenk YİĞİTER -
[email protected]Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır  

Share
İlgili Eğitim