Skip to main content
Image
Haber yatay görseli
Share

10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası

Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni bundan 62 yıl önce 10 Aralık 1948 tarihinde kabul ve ilan etmiştir.

Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni bundan 62 yıl önce 10 Aralık 1948 tarihinde kabul ve ilan etmiştir.

Evrensel Bildirge’nin kabul edilişinin 62. yılında, bildirgede yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hala kurulamamıştır. İnsanların ırkından, renginden, cinsinden, cinsel yöneliminden, dilinden, din ve mezhebinden, etnik kimliğinden, siyasi-vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri dünya çapında yeterli koruma bulamamıştır.

2010 yılında özellikle Avrupa Kıtası’nda ekonomik ve sosyal hakların sınırlandırılıp geri alınmaya başlandığı gelişmeler yaşanmıştır. Dünya Ekonomik Krizinin faturası emekçilere ve yoksul halk kesimlerine çıkarılmak istenmiştir. Buna karşı Yunanistan, Fransa, İspanya, Portekiz gibi ülkelerde emekçilerin kitlesel karşı duruşları ve grevleri tarih sahnesindeki yerini almıştır, diyebiliriz. Neo liberalizmin ekonomik ve sosyal haklara yönelik saldırısı 2010 yılında daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır.

2010 yılında da maalesef 11 Eylül sonrasının güvenlik eksenli politikaları uygulanmaya devam etmiştir. NATO’nun yeni strateji belgesi ve füze kalkanı sistemi dünyanın tekrar soğuk savaşla birlikte sıcak savaşlara gebe bir konumda olduğunu da göstermiştir. Güvenlik eksenli politikaların hak ve özgürlükleri “terör” bahanesi ile kısıtlamaya çalışması dünyadaki militarist ve otoriter yönetim anlayışlarını güçlendirmiştir.

Ne yazık ki ülkemizde de benzer atmosfer son günlerde öğrenci gruplarına yönelik kolluk kuvvetlerinin işkence niteliğinde uygulamaları ve bu uygulamaları doğrudan sahiplenen yetkilerin söylemlerinde bir kez daha özel bir gündem oluşturmuştur.

2010 yılı Türkiye açısından Kürt sorununun daha fazla konuşulduğu, AKP’nin Anayasa Değişiklik teklifi ve yargı organlarının yapısında yapılan değişiklikler, kamuoyunu yakından meşgul eden çeşitli davalardaki adil yargılanma hakkı ihlalleri, cinsel yönelim hakkı tartışmaları, vicdani red, zorunlu din derslerinin kaldırılması ve Alevilerin talepleri, çevre ve ekoloji sorunları, ekonomik ve sosyal haklardaki kayıplar, toplanma ve gösteri hakkına yönelik müdahaleler başta olmak üzere çeşitli hak başlıklarındaki tartışmalarla geçmiştir.

Bu bağlamda örgütlerimize ulaşan veriler ışığında çeşitli hak kategorilerinde yaşanan ihlallere baktığımızda;

Güvenlik güçlerinin şiddeti sonucu ölümler devam etmiştir. 1 Aralık 2010 tarihine kadar cezaevlerinde 32 kişi, yargısız infaz dediğimiz “dur ihtarı”, “rastgele ateş açma” olaylarında güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu yaşamını yitiren kişi sayısı 28 olmuştur. 2007 yılında yapılan PSVK değişikliğinin yargısız infazları artırdığı artık görülmeli ve bu değişiklikler geri alınmalıdır.

2010 yılında tespitlerimize göre 9 faili meçhul cinayet işlenmiştir. Kara mayınlarının neden olduğu ölüm 6’dır. Operasyonlarda yaşamını yitiren insan sayısı 281 olmuştur.

2010 yılında da “işkenceye sıfır tolerans” söylemi lafta kalmaya devam etmiştir. Kasım ayı sonuna kadar TİHV’e yapılan işkence ve kötü muamele başvuru sayısı 319 olmuştur.  Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komitenin Kasım 2010 tarihinde açıklanan Türkiye ile ilgili olarak üçüncü periyodik raporunda da yer verildiği gibi, resmi kayıtlı mekânlar dışındaki yerlerde işkence ve kötü muamele uygulamalarının sıklığı artmakta, cezasızlık önemli bir sorun alanını oluşturmaktadır. Hâlâ işkence iddialarının resen soruşturulmaması, yapılan soruşturmaların etkin ve bağımsız olmaması, işkence yapan kamu görevlilerinin yargılanması için izin sistemine başvurulması, savcı ve yargıçların sübjektif, tarafsızlıktan uzak zihniyet yapıları, zamanaşımı ve ceza erteleme vb. nedenlerle işkence yapan kamu görevlileri cezasız kalabilmektedirler. Nitekim Adalet Bakanlığı resmi istatistiklerine göre, 2008 yılında her 1 işkence ve kötü muamele davasına karşılık, 77 polise mukavemet davası açılmıştır. Bu oran bile tek başına cezasızlığı ifade etmektedir.

2010 yılında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü hakkına ciddi müdahaleler yapılmıştır. Bu müdahalelerde 2 kişi yaşamını yitirmiş, 143 kişi yaralanmış, 1716 kişi gözaltına alınmış, 152 kişi tutuklanmıştır. Müdahalelerde işkence dâhil her türlü kötü muamele yaşanmıştır.

2010 yılında Cezaevlerinde tutulan mahpusların sayısı artmaya devam etmiştir. 30 Kasım itibariyle bu rakam 121.098’ e ulaşmıştır. Mahpusların 57.171’i tutuklu, 63.927’si hükümlüdür. Çocuk mahpusların sayısı 2.146’dır. Bunların 1.944’ü tutuklu, 202’si hükümlüdür. Yetişkin mahpuslarda tutuklu oranı %47 iken, çocuk mahpuslarda tutuklu oranı %90’dır. Tutuklama oranının yüksekliği baskıcı bir tutuklama rejimi olduğunu göstermektedir. Cezaevlerinde 95 mahpus ağır hastalıkları nedeni ile tahliye edilmeyi beklemekte, ancak tahliye edilmemektedir. Bunun dışında cezaevlerinde 103 işkence ve kötü muamele tespiti yapılmıştır.

2010 yılında Örgütlenme Özgürlüğüne yönelik ihlaller devam etmiştir. Bu kapsamda 116 kişi gözaltına alınmış, bunlardan 421’i tutuklanmıştır.

2010 yılında Basın Özgürlüğü alanında da ihlaller artarak devam etmiştir. Tutukluluk hali devam eden gazeteci sayısı 39’dur. Yayını durdurulan gazete ve dergi sayısı ise tespitlerimize göre 12’dir. İfade özgürlüğü kapsamında 2010 yılı içinde 790 kişiye para cezaları dışında toplam 1485 yıl hapis cezası verilmiştir. Azadiya Welat Gazetesi sorumlu yazı işleri müdürüne verilen 166 yıllık hapis cezası basın özgürlüğü alanında ne kadar kötü durumda olduğumuz göstermeye yetmektedir.

İfade Özgürlüğü alanında hiçbir iyileştirici adım atılmamıştır. TCK’da en az 15 maddede düşünceyi ifade özgürlüğünü kısıtlayan ve cezalandıran hükümler bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Terörle Mücadele Kanunu başta olmak üzere birçok kanunda ifade özgürlüğünü sınırlayıp cezalandıran hükümler bulunmaktadır. BDP’li milletvekilleri için sadece düşüncelerini ifade etmeleri nedeniyle açılan soruşturmalar sonucu hazırlanan 554 fezlekede 2333 yıl hapis cezası istenmesi ifade özgürlüğü alanında kara bir tablo olarak yerini almıştır.

2010 yılı ekonomik ve sosyal haklarda hiçbir iyileşmenin olmadığı, işsizliğin yüksek seyrettiği bir yıl olmuştur. Gelir dağılımı adaletsizliği devam etmiştir. TEKEL işçilerinin direnişi ve mücadelesi işçi sınıfına örnek olmuştur. Ancak, bu mücadele işçi sınıfının genel bir direnişine dönüştürülememiştir.

2010 yılında insan hakları savunucularına yönelik yargı yolu ile baskı uygulamaları devam etmiştir. İHD Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erbey’in ve Diyarbakır Şube Yöneticileri Roza Erdede ile Aslan Özdemir’in ve İHD Mardin şube yöneticisi Abdulbaki Çoğatay’ın tutukluluğu devam etmiştir. İHD Siirt Şube Başkanı Vetha Aydın tutuklanmıştır. TİHV Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı ve TİHV Genel Sekreteri Metin Bakkalcı’ya yönelik ise açılan davalar devam etmiştir. Türkiye, BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi’ni ihlal etmeye devam etmektedir.

2010 yılında çeyrek yüzyıldır devam eden silahlı çatışmaların insan hakları savunucuları üzerindeki olumsuz etkisi bariz bir biçimde açığa çıkmıştır. İnsan hakları savunucuları Sedat Özevin, Salih Özdemir ve Sadi Özdemir Batman’da mayın patlatılması sonucu acı bir biçimde yaşamlarını yitirmişlerdir. 

2010 yılında öne çıkan en bariz hak ihlali adil yargılanma hakkı ihlali olmuştur. Özel Yetkili ve Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri’nin hukuka aykırı uygulamaları artarak devam etmiştir. Eski DGM’lerin devamı olan bu mahkemelerin kapatılması gerektiği açıktır. Ceza Muhakemesi Kanunundaki kolay tutuklama sebeplerinin varlığı, gizli tanıklıkla ilgili hükümler, telefon dinleme ve teknik takip uygulamaları, düşünceyi ifade özgürlüğü önündeki engeller ve adli kolluğun bulunmayışı adil yargılanma hakkı önündeki önemli engeller olarak sıralayabiliriz.

2010 yılında anadil haklarının yasal güvenceye kavuşturulmasının ne kadar önemli olduğu somut olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin Lozan Anlaşması’nın 39. maddesine uymaması, BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki anadil haklarıyla ilgili çekincesini kaldırmaması önemli sorunlara yol açmıştır. Özellikle Kürtler’in anadilde eğitim ve öğretim için okul boykotu ve mahkemelerdeki tutumları hak boyutu ile ele alınmak yerine siyasi bir tutum olarak değerlendirilmiş ve hemen karşı duruşlar geliştirilmiştir. Oysa hak boyutu ile konuya yaklaşıldığında sorunların rahatlıkla çözülebileceği bir ortamın oluşmasına hizmet vereceği açıktır.

2010 yılında Kürt sorunundan kaynaklı olarak devam eden silahlı çatışmaların KCK’nin tek taraflı eylemsizlik kararlarıyla en aza indirilmesi sürecin şiddete başvurulmadan barışçıl ve demokratik yollardan ilerletilebilmesine imkân tanımıştır. Ancak, bu süreçte operasyonların devam etmesi can kayıplarının yaşanmasına da sebep olmuştur. Kürt sorunu topluluk hakları temelinde demokratik ve barışçıl yollardan çözülmek zorundadır.

2010 yılında Manisa Selendi’de Romanlar’a yönelik linç ve zorunlu göç uygulaması bu alandaki ayrımcılığın en tipik örneklerinden birisi olmuştur. Hatay Dörtyol ve Bursa İnegöl’de Kürtlere yönelik linç girişimleri ise Kürt sorununun artık barışçıl ve demokratik yoldan çözümünün kaçınılmazlığını göstermiştir. Kürt sorununda şiddet devam ettiği sürece halklar arası çatışma riski de artmaktadır.

2010 yılı Anayasa tartışmalarının yoğun biçimde yapıldığı ancak 12 Eylül referandumuyla kabul edilen Anayasa değişikliklerinin hiçbir kalıcı çözüm getirmediği anlaşılmıştır. Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları sorunu devam etmektedir. Tüm siyasal ve demokratik çevrelerin yeni ve demokratik bir Anayasaya olan ihtiyacı tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. Bu vesileyle 2011 yılı yeni ve demokratik bir Anayasa yapma tartışma ve uygulamaları ile geçecektir.

Hükümetin 2009 yılı sonunda yasalaşmasını taahhüt ettiği İnsan Hakları ile ilgili hususlarda 2010 yılında hiçbir ilerleme olmamıştır. Ulusal İnsan Hakları Kurumu Kanun Tasarısı BM Paris Prensipleri’ne uygun olmadığından İHD ve TİHV başta olmak üzere insan hakları örgütlerinin itiraz ile TBMM Anayasa Komisyonu’nda beklemeye alınmıştır. Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu Kanun Taslağı bir türlü tasarı haline getirilememiştir. Polis ve Jandarma Denetim Mekanizması yasalaşmamıştır. İşkenceye Karşı Sözleşmeye ek seçmeli protokol (OPCAT) TBMM’de onaylanmayı beklemektedir. Anayasa değişikliğine rağmen Ombudsmanlık (Kamu Denetçiliği) hala yasalaşamamıştır.

Kadına yönelik her türlü şiddet, 2010 da da hızından hiçbir şey kaybetmemiştir. Kadınlar, Türkiye’nin birçok yerinde “namus” gerekçe gösterilerek katledilmiş, ayrımcılığın önlenmesi, fırsat eşitliği, kadın-erkek eşitliğinin eğitim, sağlık, çalışma gibi yaşamın tüm alanlarında eksiksiz uygulanması hayata geçirilememiştir. Erkek egemen sistemin anti-demokratik uygulamaları, kadının insan haklarının ne kadar kolay ihlal edilebileceğini göstermeye devam etmiştir.

2010 yılında Alevilerin talepleri yerine getirilmemiştir. Yapılan Alevi Çalıştayları’nın sonucu dahi açıklanamamıştır. AİHM kararına rağmen zorunlu din derslerinin kaldırılmaması, Cemevleri’nin ibadethane statüsüne alınmaması hükümetin ikircikli tutumunun devam ettiğinin önemli göstergelerinden birisi olmuştur. Ayrıca Din ve Vicdan Özgürlüğü alanında başörtüsü sorunu da çözülememiş, zamana bırakılmıştır.

2010 yılında Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerden sadece Türkiye ve Azerbaycan’da vicdani reddin hak olarak tanınmamasının yarattığı ihlaller devam etmiştir. Buna karşın gençlerin vicdani red açıklamaları artarak devam etmiştir.

2010 yılında özellikle HES’ler yoluyla doğal ve kültürel çevrenin tahrip edilmesine karşı elde edilen yargı kararlarını boşa çıkaracak yasal değişiklik uygulamaları hükümetin çevre ve ekolojiye olan karşı tutumunu göstermiştir.

2010 yılında da cinsel yönelim özgürlüğünün hükümet tarafından tanınmamasının yanı sıra bunun bir hastalık olarak açıklanması hükümetin insan haklarına bakışındaki ayrımcılığı ortaya koyan önemli örneklerden birisi olmuştur.

Bildirge’nin kabul edilişinin 63. yılında insan haklarına dayalı yeni bir Anayasa yapılması, adil yargılanma hakkı başta olmak üzere temel hak ve özgürlükledir güvence altına alınması için herkesi mücadeleye davet ediyoruz.

 

ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN İHD GENEL BAŞKANI                                      

METİN BAKKALCI TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI GENEL SEKRETERİ

 



 

 

Share
İlgili Eğitim