Varoluşuna sahip çıkanlar, yaşam savunucuları İstanbul'da 3 gün sürecek panel, forum ve çalıştaylarda bir araya gelecek. DOĞADER'in de bileşeni olduğu Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu'nun ev sahipliğinde Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenecek toplantılara DOĞADER iki farklı konuda sunumlarıyla katılıyor.
Şişelenmiş sular ile katı atık bertaraf ve tehlikeli atık geri kazanım tesislerine karşı mücadelelerin anlatacağımız sunumlar, DOĞADER Genel Sekreteri Caner Gökbayrak ve DOĞADER Mustafakemalpaşa temsilcisi Seyitali Geçici tarafından aktarılacak. Ahmet Keskin, DOĞADER'in de bileşeni olduğu Bursa Su Platformunun çalışmalarından örnekler verecek.
Bu etkinlik dizisi içinde DOĞADER'in de etkin çalışmalarına katıldığı GDO'ya Hayır Platformu bileşenleri olarak, 16 Ekim'de Dünya Gıda Günü dolayısıyla Via Campesina'nın çağrısına uyarak dünya gıda tekellerine (Monsanto, Basf, Bayer, Sygenta) karşı BOYKOT çağrısında bulunacağız.
DOĞADER
http://dogader.org/index.php/etkinlik/501-iklim-adaleti-icin-boykot
http://dogader.org/index.php/etkinlik/502-forum-suyuna-sahip-cik-15-16-17-ekim-2010-stanbul
SUYUNA, TOPRAĞINA,ORMANINA,EMEĞİNE SAHİP ÇIKANLAR BULUŞUYOR
SUYUN TİCARİLEŞTİRİLMESİNE HAYIR PLATFORMU
15-16-17 EKİM 2010 ETKİNLİKLERİ
15 EKİM 2010 CUMA
SAAT 9:30 –FORUM AÇILIŞI
SAAT.10:15-11.45 – KENTTE SU HAKKI MÜCADELE DENEYİMLERİ
- Sağlıklı suya erişim hakkı: Dikili belediyesi uygulaması (Dikili Belediye Başkanı)
- Ankara Mamak su hakkı mücadelesi
- İstanbul Sarıyer – Maden Dere içi Mahallesi suya erişim mücadelesi
- Suyun kullanımında doğaya ve canlı sağlığına etkiler: Bursa Kenti Deneyimleri (Bursa Su Platformu)
- İstanbul Armutlu Mahallesi su hakkı mücadelesi
SAAT 11:45 – 13:00 NÜKLEER SANTRAL KARŞITI MÜCADELELER
- Sinop – Mersin NK mücadele deneyimleri
- Bursa M.Kemalpaşa katı atık ve enerji üretim tesislerinin çevresel etkilerine karşı mücadele
SAAT 13.00-13.30 – (yemek arası ).
SAAT 13:30 – 14:30 TERMİK SANTRALLERE KARŞI MÜCADELELER
- Sinop Gerze; Tekirdağ Saray; Foça Aliağa; Çanakkale; Bartın; Yalova mücadele deneyimleri
10 dak. Çay –Kahve Arası
SAAT 14:40 – 16:00
MADEN ŞİRKETLERİNE KARŞI MÜCADELELER
- EGEÇEP; Bergama; Kozak; Niğde Ulukışla; Munzur
10 dk. Çay-Kahve Arası
FORUM 16:10 - 19:00
16 EKİM 2010 CUMARTESİ
SAAT 9.30 – 10.30 GDO’ya ve yer altı sularının ticarileştirilmesine,su havzalarına dönük müdehalelere karşı mücadeleler
- Neden GDO’ya Hayır? (GDO’ya Hayır Platformu)
- Su Şişeleme Şirketlerine Karşı Mücadeleler: Bursa Örneği
- "Trakya'nın Suları"- UzunKöprü Çevre Gönüllüleri Derneği
SUYUN TİCARİLEŞTİRİLMESİNE KARŞI MÜCADELELER: Hidroelektrik Santral Projelerine karşı yerel direnişler
SAAT 10:30- 12:30 Rize (Fındıklı, Pazar, Hemşin); Artvin (Ardanuç, Borçka, Şavşat), Giresun, Trabzon (Tonya)
SAAT 12:30-13.15 – YEMEK ARASI / PARALEL FİLM GÖSTERİMİ: Munzur Akmazsa Yönetmen: Nezahat Gündoğan (Belgesel) 45 dak.
GDO'YA HAYIR PLATFORMU ve ÇİFTÇİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU tarafından "İKLİM ADALETİ İÇİN GIDA TOHUM TEKELLERİNİ BOYKOT" konulu BASIN AÇIKLAMASI yapılacaktır.
(Not: 16 Ekim DÜNYA GIDA GÜNÜ olarak ilan edilen bu günü Uluslararası Çiftçi Örgütü Via Campesina, MONSANTO'YA KARŞI KÜRESEL EYLEM GÜNÜ ilan etmiştir.)
Yer: Beşiktaş İskelesi Saat 13:00
SAAT 13:15-16:00 Amasya, Tokat, Hasankeyf, Munzur, Allianoi, Kastamonu- Loç, Düzce(Aksu), Muğla Saklıkent, Antalya Alakır, Eskişehir Gürleyik, Malatya Darende
10 dak. Çay –Kahve Arası
FORUM - 16:10- 19:00
17 EKİM 2010 PAZAR
FORUM SONUÇ DEKLERASYONU/ ŞENLİK
SAAT 14.00 Kadıköy İskele Basın Açıklaması/ Şenlik Açılışı
Nurettin Güleç
Erdal Bayrakoğlu
Ercan Aydın
Nejat Yavaşoğulları
Dersim-Loç Halkoyunu Gösterileri
15-16 EKİM FORUM : BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ KÜLTÜR MERKEZİ (Güney Kampüs Saatli Bina)-İstanbul
16 EKİM GDOHP ve ÇİFTÇİ-SEN BASIN AÇIKLAMASI : BEŞİKTAŞ İSKELESİ-İstanbul
17 EKİM ŞENLİK : KADIKÖY İSKELE-İstanbul
GDO'YA HAYIR PLATFORMU BASIN AÇIKLAMASI ÇAĞRI METNİ :
İKLİM ADALETİ İÇİN GIDA TOHUM TEKELLERİNİ BOYKOT
Tarım, gıda, ecza ve tohum tekelleri gıdaya egemen oluyor. Türkiye’de bu sürçte temel gıda maddelerinde bağımlı hale geliyor/getiriliyor. Haziran ayında Bakanlığın talimatı ile Biyogüvenlik Yasası’na aykırı biçimde 32 GDO’lu ürünün ve bu bağlamda da binlerce GDO’lu malın Türkiye’ye girmesine izin verildi. Bu ürünler kimindi? Bir kısmı Monsanto isimli çok uluslu şirketin. Dünya’da biyolojik çeşitliliği ve halkların yaşamını hiçe sayan gıda tekelleri, patentini aldıkları malların kobayı olmamız için yoğun bir çaba harcıyor. Mısır ve bu mısırdan üretilen nişasta bazlı şeker başta olmak üzere pek çok ürün bu tekellerin denetiminde sofralarımıza ve tarlalara sokuluyor. Nasıl üretildiğini ve ne yediğimizi bilmiyoruz. Gıda ve tohum tekellerinin bu endüstriyel tarım politikası ile gıda üretim ve dağıtım sistemi küresel iklim değişikliğini (yüzde 47 ile 54 oranında) daha fazla tetikliyor. Gıdanın tek tipleştirilmesi ile birlikte, salgın hastalıkların ve yoksulluğun düzeyi giderek artıyor.
Bu sürece dur demek bizim elimizde. İklim değişikliğine karşı mücadele etmek için yapacağımız ilk şey gıdanın tohumdan başlayan üretiminin, imalatının ve dağıtım sistem zincirinin tüm halkalarını ele geçiren tarım, gıda, ecza ve tohum tekellerinin politikalarına karşı durmaktır. Aralık ayında Cancun’da dünyanın geleceğini yeniden kurmak için yeni bir süreç başlayacak. İklim politikasında nasıl bir yaşam kurulacağı tartışılacak. Biz bu sürecin parçası olarak, Türkiye‘deki Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu’nda üyesi olduğu Via Campesina adlı çiftçilerin uluslararası örgütün çağrısıyla tohum ve gıda tekellerini ve Monsanto’yu boykota çağırıyoruz. Cancun’da aralık ayında gerçekleştirilecek iklim değişikliği konferanslarına doğru ekolojik bir dünya için sokaklarda mücadeleye çağırıyoruz. Bu sürece hazırlanan örgütlerle birlikte bizlerde iklim adaleti için Monsanto’nun GDO’lu endüstriyel tarımını protesto edeceğiz. Bu eylemlilikle endüstriyel tarımını iklim değişikliğini tetiklemesine dikkat çekeceğiz. Biyogüvenlik Yasası sonrasında Türkiye’de GDO’lu üretim yasaklandı. Ama dünyada bu üretim devam ediyor. Sadece çiftçilerin iç pazarda desteklenmesi ile biz bu süreci tersine çeviremeyiz. Bununla birlikte dünya genelinde GDO’ya dayalı endüstriyel kapitalist tarıma dur demeliyiz. Bunu sağlayacak bir sürecin parçası olarak Aralık ayına kadar ekoloji mücadelesinin bileşenleri ile birlikte dünyanın geleceğini tartışmaya eylemliliklerle devam edeceğiz.
Şirketlerin değil, toplumun (üretici ve tüketicilerin) yönettiği bir gıda sistemi için; ihracata yönelik üretilen, temel gıda maddelerini dünya borsalarında ticarete konu eden, kıtalararası gıda sirkülasyonu nedeniyle iklim değişikliğini tetikleyen tarım, gıda ve dağıtım sistemi değil, doğayla uyumlu tarım, gıda ve dağıtım sistemi için; Enerjiyi, suyu, kentleri ve biyolojik çeşitliliği koruyan bir yaşam için; aşırı tüketimi körüklemeyen, gereksinimi minimize edebilen bir yaşam için.
Bu bağlamda da iklim değişikliğinin mağduru olan milyonlarca insan için şirketlerin denetiminde bulunan gıdanın özgürleşmesi ve eşit bir üretim sistemi içinde kent ve kırın demokratik planlaması ile GDO karşıtı mücadele daha etkin olacaktır. Bu nedenle tüm yaşamı atomize eden bu beslenme sistemine karşı ve bize dayatılan tüketim kalıplarına karşı gıda ve tohum tekellerini boykot ediyoruz. Toprağı aç, hayvanı aç ve insanı aç bırakanların yaldızlı mesajlarla kutladığı dünya gıda günü kutlamalarını istemiyoruz. Devletlerin ve şirketlerin pazarlığı dışında, 16 Ekim Dünya Gıda Gününde gıda ve tohum tekellerinin ürünlerini kullanmama ve onları sokaktan ve yaşamlarımızdan kovmaya davet ediyoruz.
GDO’ya HAYIR PLATFORMU
ÇİFTÇİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU
İklim Adaleti İçin Boykot
Yer: Beşiktaş İskele Meydanı
Saat:12.00
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
SUYUN TİCARİLEŞTİRİLMESİNE HAYIR PLATFORMU FORUM BÜLTENİ :
SUYUMUZU, YAŞAMIMIZI SATIYORLAR !
Derelerimize, yaşamımıza saldırıyorlar:
Türkiye’de su metalaştırılıyor (piyasada alınır satılır mala dönüştürülüyor); dereler şirketlere satılıyor, su hizmetleri özelleştiriliyor.
Akarsularımız ve akarsularımızı besleyen ormanlarımız, tarım alanları (kamulaştırılarak), ve yer altı suları şirketlere satılıyor (su kullanım hakkı sözleşmeleri ile 49 yıllığına şirketlere devrediliyor). Akarsuların kullanım hakkını satın alan şirketlerin suyu dere yatağından alarak, boruların içine alınarak/boruların içine hapsedilerek, ve kanallarla taşıyarak yaptıkları HES (hidroelektrik santral) projeleri ekolojik dengeyi altüst ediyor, yöre halkının suyu kullanım hakkını engelliyor, özellikle ev işlerini yapmakla yükümlü olan kadınların hayatını zorlaştırıyor. HES’lerin kurulduğu Türkiye’nin tüm derelerinde; Fındıklı’dan (Karadenizden) Alakır’a (Akdeniz’e) Munzur’dan (Doğudan) Yuvarlakçay’a (Batıya) kadar her yerde yaşam kuruyor.
Kentlerde özel işletmelere dönüştürülen yerel yönetimler, “hizmetlerin fiyatlandırılması” adı altında su hizmetini ticarileştiriyor, halka dağıtılan suya zam üzerine zam yaparak, kontörlü su sayaçlarını yaygınlaştırarak halkın suya erişim hakkını engelliyorlar.
İstanbul gibi birçok kentte, kent halkı musluktan akan suyu içemiyor, temiz suyu su şirketlerinden satın almaya zorlanıyor. Sadece parası olanın suya erişimi destekleniyor. Sayaçların takılması sonucunda parası olmayanlar sağlıksız koşullarda suya erişmeye çalışacak giderek salgın hastalık riskini artırıyor.
BİZLER:
Emek Örgütleri, Meslek Odaları, Çiftçi Sendikaları, Su Mücadele Platformları ve Örgütleri, Demokratik Kitle Örgütler ve Dernekler, Siyasi Parti ve Siyasi Yapılar, Devrimci Örgütleriz.
Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu’nun bileşenleri olarak;
- Temel bir insan hakkı ve halkın ortak malı olan suyun, alınıp satılabilen, üzerinde borsa hesaplarının yapılabileceği bir piyasa malı olması gerektiğini söyleyenlere;
- sulama kanallarına, evlerimize, okullarımıza, hastanelerimize kontörlü sayaç takmaya kalkışanlara;
- sularımızı, havzalarımızı kirletenlere ve sanayi atıklarıyla zehirlenmiş suların "temiz" olduğunu söyleyerek halkın sağlık hakkını yok sayanlara;
- temiz suyu şirketlere sınırsızca kullandırmakta sakınca görmezken, sıra küçük çiftçilere, gecekondu mahallelerine, emeği ile çalışıp alın teri ile geçinenlere, yani halka geldiğinde küresel ısınma, su krizi ve tasarruf edebiyatı yapanlara;
- su krizini bahane ederek, eko sistemi ve kültürel mirasları yok sayarak "nehirler boşa akmamalı" gibi akıl dışı bir slogan etrafında birleşen;
Sanayi ve hizmet üretimi yapan bütün şirketlere;
Su şirketlerine,
Enerji Şirketlerine,
Tohum Tekellerine,
İnşaat ve Finans Şirketlerine,
Hükümetlere,
Yerel yönetimlere,
Onların uluslararası kuruluşu olan
Dünya Su Konseyi (WWC),
Dünya Su Forumu (WWF),
Dünya Ticaret Örgütü (WTO),
Dünya Bankası,
Uluslararası Para Fonu (IMF),
G7 ve G8 Devletleri,
Birleşmiş Milletler (BM) vb
yapıların bütün politika, karar ve uygulamalarına; ve bu politikaları savunan şirket, hükümet destekli sivil toplum örgütlerine KARŞIYIZ!
Mücadelemiz ve birlikteliğimiz, Suyu, dereleri kapitalizmin kıskacından kurtarmak içindir ve kurtarıncaya kadar sürecektir.
Halka, doğadaki tüm canlılara ait suyun şirketlerin eline geçmesine engel olmak için,
- Türkiye'de ve dünyanın her yerinde yerelliklerde yaşananlar ile politik düzeyde atılan adımlar ve bu yöndeki bütün gelişmelerin yanı sıra karşıt mücadele stratejilerini de yakından takip etmekteyiz.
- Toplanan bilgileri bölgesel toplantılar üzerinden ve aylık bültenler halinde duyuruyor, yayınlıyor ve böylece:
- halihazırda bilinçli bir şekilde yürütülen "yanlış bilgilendirme" sürecini tersine çevirmeyi ve
- halkın, kendi yaşam hakkına, suyuna sahip çıkması için gerekli bilinçsel zeminini oluşturmayı amaçlıyoruz.
- devam eden bu saldırı karşısında hem deneyim aktarmanın önemli olduğunu hem de bir öncekinden dersler çıkararak yürümek gerektiğini bilerek yolumuza devam ediyoruz
SU YAŞAMDIR, YAŞAMLARIMIZ SATILIK DEĞİLDİR!
Daha çok sermaye biriktirmek isteyenlerin pazar kavgası-arayışı, son 30 yılda eğitimden sağlığa, doğal varlıklara, sosyal güvenliğe, ulaşımdan, posta hizmetlerine, tohumculuğa kadar uzanmış ve insanlığın, yeryüzünün ve doğanın bütün değerlerini hızla metalaştırmaya başlamıştır.
Krizin şiddetlenmesiyle, başta Orta Doğu olmak üzere bütün doğal enerji koridorları emperyalistler arası paylaşımın konusu haline getirilirken; dünyamızda canlı hayatın sürmesinin en temel unsuru olan su alınıp satılan bir piyasa malı haline getirilmiştir.
- İçme ve sulama suyu şirketlerinin yanı sıra inşaat, enerji, maden, gıda, kimya, metal, tarım- gıda ve daha pek çok endüstride faal olan tekeller ve onlarla işbirliği yapan yerel yönetimler, su çıkarma, dağıtım, sulama sistemleri, hidroelektrik santraller ve baraj yapımı ihalelerinde hak talep etmeye başlamıştır.
- Daha şimdiden dünyanın pek çok yerinde içme sularının dağıtımı özelleşmiş ve yoksul halkların ciddi tepkileriyle karşılaşmıştır.
- Ülkemizde de bir kaç ilin su dağıtım şebekeleri özelleştirilmiş, Edirne örneğinde olduğu gibi paylaşım kavgaları artık gizlenemez hale gelmiş, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı ırmakların bile kullanımının özel şirketlere devredileceğini açıklamakta sakınca görmemiştir.
- Öte yandan suyun ticarileştirilmesi, özelleştirilmesi, metalaştırılması çabaları yalnızca yoksulların temiz suya erişim hakkını tehdit etmekle de kalmamakta, yeni baraj ve santral inşaatları yüzünden dünya halklarını ve gelecek nesilleri mevcut su havzalarının tümüyle kaybedilmesi, havzalardaki canlı yaşamın ve gen kaynaklarının tahrip edilerek ekosistemlerin sona ermesi, tarihi ve kültürel mirasın yok edilmesi gibi telafisi mümkün olmayan tehlikelerle karşı karşıya bırakmaktadır.
- Suyun piyasaya açılmasının, ayrıca, bugüne kadar başta belediyeler olmak üzere su dağıtımında çalışan bütün ücretlilerin istihdamını ve çalışma güvencesini tehdit eden bir gelişme olacağı, dünyadaki su özelleştirme örneklerinden bilinmektedir. (bu örneklenmeli anlaşılmıyor…)
- Tarımdaki hızlı kapitalistleşme sürecinde tohum, gübre, akaryakıt vs. zorunlu üretim girdilerini temin etme gücü bile kalmamış olan ve geçimlik tarımla yaşamını sürdürmeye çalışan milyonlarca köylünün tarımdan tamamen koparılması toprakların büyük şirketlerin eline geçmesi, dolayısıyla şirketlerin gıdaya da egemen olması anlamına gelecek olan suyun ticarileşmesinin diğer dolaysız ve dolaylı etkilerinin neler olacağı henüz tam olarak öngörülememektedir.
- Suyu satın almaya gücü yetmeyen milyonlarca köylü ve çiftçinin topraklarından koparılarak büyük kentlere zorla göç ettirilmesinin sonuçları, yığınsal işsizliğin ve sefaletin doruğa çıkması, çarpık kentleşmenin en uç noktaya ulaşması ve dolayısıyla kentlerin gecekondu mahallelerinde daha da çekilmez boyutlara erişecek olan suya erişim hakkı ihlalleriyle özetlenemeyecek kadar ağır ve yıkıcı olacaktır.
- Su halka ve doğaya aittir, alınıp satılamaz, ticarileştirilemez, halkın su kullanım hakkı engellenemez.
- Birleşmiş Milletler 1977 yılında suyun insan hakkı olduğu kararı almış, 1992 yılında suyun alınıp satılabilen bir meta olduğuna karar vermiştir. 1996 yılında oluşturulan Dünya Su Konseyi aracılığıyla işbirlikçi tekeller ve özel sektör temsilcilerinin ülke politikacıları ve yerel yöneticileri ile işbirliği sonucu 'su' bütün dünyada talana açılmıştır. Dünya Su Konseyinin gerçekleştirdiği Dünya Su forumlarının hepsinde Dünya Su Konseyinin amacı tüm dünyada ve ülkemizde tüm suların (su kaynaklarının, akarsuların, göllerin, barajların, şehirlerin su dağıtımının) özelleştirilmesini amaçlamaktadır. Dünyadaki ve ülkemizdeki su politikalarının iyi izlenmesi ve gündemde olan özelleştirmelere tavır alınması amacındayız. 2009 yılında ülkemizde yapılan Dünya Su Forumunu ve ardından AKP hükümeti tarafından hızlandırılan uygulamalarını platform olarak teşhir ve protesto etmeye devam edeceğiz. Birleşirsek, mücadele edersek, suyun ticarileştirilmesi noktasında emperyalistlere ve işbirlikçi iktidarlara geri adım attırabiliriz.
Yukarıda aktarılan nedenlerden ötürü yaşadığımız dönemde en önemli toplumsal mücadele konularından birinin "suyun özelleştirilmesi, ticarileştirilmesi ve metalaştırılması" konusu olduğu açıktır.
Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu
Bunları biliyor musunuz?
- ABD, Kanada, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya gibi "kalkınmış" ülkelerde temiz suyun %59'unu sanayi ve hizmet şirketleri kullanıyor. Bunlar sözde "kalkınmış ülkeler" ama, bu ülkelerde de milyonlarca işsiz ve geçimlik toprağını şirketlere kaptırmamak için mücadele eden yüz binlerce küçük çiftçi var. Yani "Kalkınmak" halkın değil, şirketlerin zenginleşmesi anlamına geliyor.
Suyumuzu satanlar ve şirketlerin değirmenine su taşıyanların:
- Suları koruyamayanlar olduğunu,
- Suyu insanlar ve diğer canlılar yararına doğru yönetemeyenler olduğunu,
- Bizi susuz bırakarak terbiye etmeye çalışan ve böylece su özelleştirmelerine toplum desteği sağlamayı uman İktidarlar ve Yerel Yönetimler olduğunu biliyor muydunuz?
Onlar; yönetiminde oldukları mahalleleri ve semtleri sadece seçim zamanı ve amaçlarına ulaşmak için hatırlayıp, son yıllarda mahallelere sık sık "size su getireceğiz" müjdeleri vererek bunu nasıl yapacaklarından hiç bahsetmeyip şirketlerle birlikte kazanacakları parayı düşünenlerdir.
Onlar; yer üstünde mevcut sulak alanları tüketip bitirdikleri yetmediği gibi "Yeni depolama tesisleri, sürdürülebilir yeraltı suyu çıkarma, havzalar arası su naklini aralarında yaptıkları mutabakat (Kentsel Su Mutabakatı) ile yer altı sularına da göz dikenlerdir.
Suyu metalaştırma politikaları kentte, kırda insanların ve diğer tüm canlıların yaşam hakkına saldırıyor. Yaşadığımız; kapitalist sistemin varlık nedeni olan metalaşmanın suya yansımasıdır. Ardında emperyalist politikalar, kapitalizmin dayatması, ulusal ve uluslar arası şirketlerin sermaye birikimi hedefleri yatmaktadır. Hayatın her alanında; eğitimde, sağlıkta parası olanın yararlanabildiği olmayanın ise ölümlere neden olabilecek sonuçlarla karşı karşıya kaldığımızı düşünürsek nasıl bir sistemde yaşadığımız çok net ortaya çıkmaktadır. Karşı karşıya bırakıldığımız bu süreçte iktidarlar da emperyalizmin işbirlikçiliğini yapmaktadır. AKP iktidarı da canlıların en temel yaşam kaynağı olan suyun, alınır-satılır meta haline getirilmesine, suların satışa çıkarılmasına, su hizmetlerinin özelleştirilmesine ve piyasalaştırılmasına dönük adımları atarken ticarileştirme projelerini hayata geçirmek için gereken yasal altyapıyı da hazırlamaktadır. Artık bulunduğu yerelde yaşayan halkın ulaşım, su, enerji gibi yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamakla görevli olması gereken yerel yönetimler, bu ihtiyaçlar alanını “kârlı sektörler” olarak gören şirketler gibi hareket etmektedirler.
“Enerji kalkınmadır, HES temiz enerjidir” diyerek derelerimizi HES mezarlığına döndürüyor, suyumuzu, geleceğimizi, tüm canlı ve cansız yaşamı yok ediyorlar. Karadeniz derelerinden, Munzur’a, Hasankeyf’e, Yuvarlakçay’a, Loç Vadisi’ne kadar bütün Anadolu sularını HES’lerle, barajlarla dolduruyorlar. Türkiye’nin enerji ihtiyacı bahaneleri ile yapılanların, HES saldırılarının, ardında karbon ticaretinin olduğunu biliyoruz. Kapitalistlerin kasalarını dolduran karbon ticareti, bizim soluduğumuz temiz hava üzerinden yapılan ticarettir, karbon kazançları bizim ormansız, soluksuz ve susuz kalmamıza bağlıdır.
Suyu neden satıyorlar?
Kirli işlerinde kullanacakları enerjiyi artırmak için;
Daha fazla kâr elde etmek için;
Küçük çiftçiliği ortadan kaldırıp; tarımı şirketleştirmek için;
Yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz suyu, pahalılaştırarak suya erişimimizi kendi sanayi şirketlerinde kullanmak için...
"Sürdürülebilir kentsel su sistemleri" hangi araçları kullanacak?
Şirketlere ve devletlere göre "Su fiyatı ne kadar yüksek olursa halk o kadar az su kullanır; böylece şirketler hem su satışından kâr eder hem de üretimde ihtiyaç duydukları su miktarlarını azaltmak zorunda kalmaz, böylece kârlılıklarını devam ettirebilirler..." Daha şimdiden, evlerimizdeki su sayaçlarını kontörlü sayaçlarla değiştirmeye başladılar.
Yaşamlarımız, bundan sonra kontör satın alma gücümüze bağlı olacak. Tıpkı cep telefonları gibi... Cep telefonunu daha az kullanabilir, kontör maliyetlerini aşağıya çekebiliriz. Peki ya su kontörleri? Su kontörlerinden tasarruf etmek mümkün mü? Hangi birinden vazgeçilebilir ki? Sebze, meyveleri yıkamadan tüketebilir miyiz? Evimizi, giysilerimizi, eşyalarımızı yıkamadan, kendimizin ve çocuklarımızın bedensel temizliğini yapmadan, yemek pişirmeden ve su içmeden kaç gün idare edebiliriz? Bütün bunlar, salgın hastalıklara davetiye çıkarmaktır.
Derelerimiz Satıldı
Son birkaç yıldır Tunceli’nin 85 kilometre uzunluğundaki Munzur Vadisiyle çevresi, 8 adet baraj ve hidroelektrik santral projesi nedeniyle yok olmakla karşı karşıya kalmıştır. Munzur Vadisi’yle çevresinin ekolojik dengesini bozan bu girişim, vadiyle çevresindeki insanları göçe zorlayarak yaşam kültürünün temellerini yok etmektedir. Artvin’de Çoruh Vadisi boyunca vadi üzerinde yer alan onlarca köyle Yusufeli İlçesi, projelendirilen 35 adet baraj ve hidroelektrik santral nedeniyle sular altında kalacak, tarihi, kültürel ve doğal güzellikleriyle yok olacaktır. Hasankeyf’te, Alianoi’de yapılacak barajlarla tarihi, kültürel değerlerimiz aynı şekilde sular altında kalma ve yok olma tehdidini yaşamaktadır.
İzmir Bergama’da, Kaz Dağları’nda, Ordu Fatsa’da, Artvin’de özel şirketler maden arama girişimleriyle doğayı tahrip etmektedir. Doğu Karadeniz’de, Rize Fındıklı’da, Çayeli, Hemşin, Çamlıhemşin, İkizdere, Askaroz, Trabzon’da İkizdere Çağlayan Deresi’nde, Uzungöl’de, Artvin’de Papart’ta, Balcı’da, Maçehel’de, Barhal’da dereler üzerlerine yapılan sayıları yüzlerce olan, ancak ürettikleri enerji tümü bittiği zaman Türkiye enerji açığının ancak binde 9’unu üretebilecek olan hidroelektrik santrallerle ya da barajlarla doğa katliamı yaşatmaktadır. Rize’de, Trabzon’da, Artvin’de yapılmakta olan HES’ler nedeniyle ormanlar ve doğa tahrip edilmektedir. Çay, kivi yetiştiren, organik arıcılıkla geçinen halkın gelir kaynakları zarar görmektedir. Üretim giderek azalmaktadır.
Bileşenlerimizden Derelerin Kardeşliği Platformu yöre halkının verdiği mücadele sonunda Çağlayan Deresi birinci derece SİT alanı ilan edilmiş ve üzerine yapılacak HES projeleri için yürütmeyi durdurma kararı alınmıştır. Yine Artvin Papart Dereleri’nde, İkizdere ve Hemşin Dereleri’nde yapılacak HES’lerle ilgili yürütmeyi durdurma kararı alınmış, katliamlar geçici olarak durmuştur.
Değerli dostlar; Doğu Karadeniz bölgesinde işletme ruhsatı alan HES’lerin sayısı bini geçmektedir.
Melen ve Kızılırmak havzalarında sular, İstanbul ve Ankara’da yaşayanların su ihtiyacını karşılanacağı iddia edilerek kendi eko sistemlerinde yaratacakları etki hiçe sayılarak ve planlanamayan harcamalar yapılarak, kilometrelerce boruların içine alınarak/hapsedilerek taşınmıştır. Amacının havzalar arası suyun taşınabilir olduğuna halkı kanıksatmak olan bu projeler bugün atıl olarak terk edilmiştir.
Dünyanın ve Türkiye’nin ender lagünlerinden biri olan Küçükçekmece Lagünü örneğinde olduğu gibi sulak alanlar istenildiğinde mastır plan değişiklikleri ve yönetim kararlarıyla, defalarca havza korumadan çıkarılmış ve yerleşime ve sanayiye açılarak kirletilmesine göz yumulmuştur.
Yasa değişiklikleriyle yerel yönetimler “hizmetleri yapar veya yaptırır” olarak yetkilendirilmiş (5393 sayılı Belediye Kanununun 14.maddesinde yapılan değişiklikle). 1/100000’lik nazım planlar yaptırılarak havza, arazi kullanım kararları değiştirilmiştir (İstanbul 1/100000’lik nazım planında olduğu gibi). Ulusal eylem planlarında yeraltı sularının kullanıma açılması, derelerin, su havzalarının kullanım haklarının şirketlere devredilmesi gibi su kullanımıyla ilişkin kararlar hızlıca şirketler lehine alınmıştır. (örneğin 2009 Tarım Eylem Planı Taslağı’nda çeltik, çok su kullandığı gerekçesiyle, ekiminden kaldırılması önerisini kapsamaktadır). Tohumculuk ve geçimlik tarımcılığı yok edecek olan Tohumculuk Kanunu çıkarılarak çiftçilerin tohum üreterek satmasına yasak getirilmiş, GDO ( genetiği değiştirilmiş organizmalar) ile ilgili Biyogüvenlik Yasası çıkarılmış GDO lu ürünlerin ithalatına serbestlik getirilmiş, gıda maddeleri imalatında ve hayvan yemi olarak kullanımı serbest bırakılmıştır.
Kırlardaki dereleri, gölleri, göletleri de satışa çıkardılar. Bu güne kadar Sulama Birlikleri ile çiftçilere sattıkları suyu şimdi şirketler aracılığıyla satmak için yasalar hazırlıyorlar. Sulama Birliklerinin görevlerini Devlet Su İşleri'ne sonra suyu çiftçilere satsın diye şirketlere devredecekler. Şirketlerden çiftçinin tarlasına kontörlü su sayaçları koyacak, su parasını ödeyemeyen çiftçi ürününü sulayamayacak ve mahsul tarlada kuruyacak. Mazot, tohum, zirai ilaç, gübre kredilerinden sonra küçük çiftçiler, artık, su için de kredi almaya, borçlanmaya başlayacak.
SONUÇ 1: Üretim maliyetlerini karşılayamayan küçük çiftçiler ellerindeki toprakları büyük şirketlere veya değişik yapılara satmak zorunda kalacaklar. Yaşamak için kentlere göç edecekler. Kentlerde işsizlik arttıkça, yoksullaşma -sadece işsizler arasında değil çalışanlar arasında da- hızlanacak. Yoksullaşma yayıldıkça, su kontörü alamayanların bir yandan sayısı artarken; diğer yandan da suya erişimleri azalacak. Suya erişim azaldıkça başta bebekler ve çocuklar olmak üzere yoksul halk arasında hastalık ve ölümler artacak.
SONUÇ 2: Ayrıca, tarımsal sulamanın bedeli piyasa fiyatlarına göre belirlendiğinde tarımsal gıda ürünlerinin maliyetleri ve satış fiyatları da yükselecek. Mevcut yetersiz beslenmeye ek olarak, parasızlığa dayalı açlık da gündeme gelecek.
Kentsel su sistemlerini etkili ve verimli kılmak için neler yapacaklar?
Yalnızca dereleri, gölleri ve barajları değil, şehirlerdeki su dağıtım şebekelerini, İSKİ'leri, ASKİ'leri de şirketlere satacaklar. Şirketlerin tek hedefi daha fazla kâr etmektir. Daha fazla kâr etmek ise, ancak suyun fiyatını sürekli artırmak maliyetleri ise en aza indirmekle mümkündür. Ekvador'un Guayaquil kentinde suyu etkili ve verimli hale getirmek adına, şehir suyu özel şirketlere satıldı. Su özelleştirmesinin ardından, belediye su hizmetlerinde çalışan işçi, mühendis ve teknisyenlerin yüzde 80'i işten çıkarıldı. İşten çıkarılanların yerine özel iş bürolarından kiralanan geçici, güvencesiz, çok düşük ücret ödenen kadrolar istihdam edildi" (Cesar Cardenas).Yani,
Su sistemlerini etkili ve verimli kılmak için
• Daha az sayıda işçi, teknisyen ve mühendise çok daha fazla iş yükleyecekler.
• İşten çıkardıkları kadroların yerine, güvencesiz, geçici, çok daha düşük ücretler karşılığında çalışmayı bile kabul edecek kadar zor durumda olan emekçileri alacaklar.
• Maliyetleri artıracak yatırımlardan kaçacaklar. Bu yüzden suyumuzun kalitesi kötüleşecek.
• Bu yüzden hastalık ve ölüm riskleri artacak.
• Bu yüzden su kesintileri de artacak.
• Evlerimizde, tarlalarımızda kullandığımız suyu bize çok yüksek fiyatlarla satacaklar.
"Doğal sistemleri koruma"nın yolu nehirleri kurutmaktan mı geçiyor?
"Çevresel sorunların daha iyi yönetimi için yapılan su ile ilgili temel eylemlerin, yoksulluğun azaltılması, Binyıl Kalkınma Hedeflerine ulaşılması ve biyolojik çeşitlilik ve doğal sistemlerin korunması için büyük önem arz ettiğinin bilinciyle,"... (5. Dünya SuForumu-WWF-5)
Ekosistemi ve çevreyi düşündüklerini söylüyorlar ama!
Sürekli "su kıtlığı"ndan bahsedenler, kirlenmeden kaynaklanan suyun kalitesindeki bozulmaya nedense hiç değinmiyor! İçilebilir kalitedeki tonlarca temiz suyu sanayi üretiminde kullanan şirketlerin su hakkımıza saldırıları bununla da kalmıyor. Tertemiz aldıkları suyu üretim süreçlerinde kirletip, arıtmadan tekrar doğaya geri veriyorlar. Böylece, kullandıkları sudan çok daha büyük miktarlarda yer altı ve yer üstü suyunu zehirleyerek halkın sağlığını ve ekosistemin varlığını tehlikeye atıyorlar. Bir yandan çevre ve ekosistem edebiyatı yapıp bir yandan da "nehirlerimiz boşa (denize) akıyor" diyerek tutarsızlıklarını ortaya koyuyorlar. Oysa, bir su kaynağı, varlığını ve kalitesini korumayı başarırsak eko sistemi var etmeye devam edebilir. Hindistan'da aynı nehrin üzerine 8 baraj inşa edildikten sonra "nehrin denize akışı önlenmiş" ama ortada nehirden eser bile kalmamıştır" Nehir boşa akmasın" demek; su hakkını piyasaya teslim etmek ve bu en temel hakkı parayla ölçmeye kalkmak akarsuları, halkların yaşamını ve tüm ekosistemi yeryüzünden tamamen silmektir.
Ya parayı bilmeyen/kullanmayan canlılar ne olacak?
İnsanların dışında kalan ve suya bağlı yaşamını sürdüren ama parayı yaşamında kullanmayan, bilmeyen, tanımayan diğer canlılar ne olacak/yapacak? Onların suya erişememeleri sonucunda yok olmaları neye mal olacak? Eksiliklerinin neden olacağı sorunları paraya vurmak, para ile ölçmek olası mı? Ergene havzasını, Gediz nehrini, Porsuk çayını, Menderes havzasını para ile geri getirebilir miyiz? Suyun parasal değeri yoktur, değersiz olduğu için değil tersine değerine paha biçilemeyeceği için parayla ölçülemez. Kısacası suyu paraya vurmak zor bir iştir, bu anlamda suyun yönetimi, şirketlerin kâr histerisine terk edilemeyecek önemdedir. Çünkü suyun özelleştirilmesi kıtlaşması demektir. Su kıtlığı ise; Kadınlar için; daha uzun yollar kat etmek, Bebekler ve çocuklar için; minik bedenlerin hızla su kaybetmesi ve su kirliliği yüzünden ölmek, Köylüler ve yoksul halklar için; açlık Ya da tüm insan, hayvan ve bitkiler için; ölüm demektir. Çünkü canlı yaşam için gerekli olan suyun yerine geçebilecek başka bir sıvı yoktur. Suyu özelleştirmeyerek, suyun ticarileştirilmesine karşı hep birlikte mücadele ederek kıtlığı bolluğa çevirebiliriz. Türkiye’nin her yerinde suyun ticarileştirilmesine karşı mücadele veren STHP bileşenleri olarak bizler kavgamızı yalnızca kendi yerelimizdeki sorunla sınırlı tutmayacağız, kendi bölgemizde kazansak ta kaybetsek de mücadeleye devam edeceğiz. Şirketlerin, “temiz enerji” yalanı ardına sığınarak karbon pastasındaki paylarını büyütmek için suyumuzu, doğamızı katletmesine, geleceğimizi yok etmesine seyirci kalmayacağız.
Su Şirketlerin kârını artırmak için değil, halkın ve tüm canlıların yaşamı için gereklidir. Bu nedenle bir HAKTIR! Doğanın ve tüm canlıların hakkıdır.
Mücadelemiz, Türkiye'de ve dünyada ticari bir mal olarak değil; bir yaşam hakkı olarak suya erişimi olmayan tek bir kişi ve canlı kalmayıncaya kadar devam edecektir.
Halkın ve doğaya ait olan Suyun ticari bir mal değil, temel bir hak olduğunun savunduğu bu mücadeleyi birlikte sürdüreceğiz:
Çağrımız suyun ticarileştirilmesini durdurmak, dereleri, ormanları, meraları, yer altı sularını kapitalizmin kıskacından kurtarmak için birlikteliğe ve mücadeleye çağrıdır
Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu Bileşenleri ;
DİSK İSTANBUL MERKEZ TEMSİLCİLİĞİ
KESK İSTANBUL ŞUBELER PLATFORMU
PETROL İŞ SENDİKASI
HAVA-İŞ SENDİKASI
TEK-GIDA İŞ SENDİKASI
TMMOB İSTANBUL İL KOORDİNASYON KURULU
İSTANBUL TABİB ODASI
İSTANBUL SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI
ÇİFTÇİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU
İSTANBUL ECZACI ODASI
İSTANBUL VETERİNER HEKİMLER ODASI
DİKİLİ BELEDİYESİ
SU POLİTİK
MUNZURU KORUMA KURULU
HALK CEPHESİ
HALKEVLERİ
ÖĞRENCİ KOLLEKTİFLERİ
ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ
DOĞADER
ÜNİVERSİTE ÖĞRETİM ÜYELERİ DERNEĞİ
VETERİNER HALK SAĞLIĞI DERNEĞİ
TÜKETİCİ BİLİNCİNİ GELİŞTİRME DERNEĞİ(TÜBİDER)
TÜKETİCİYİ KORUMA DERNEĞİ(TÜKODAR)
TUNCELİ DERNEKLERİ FEDERASYONU
PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEĞİ
VİÇE DOĞAL VE KÜLTÜREL VARLIKLARI KORUMA VE GELİŞTİRME DERNEĞİ
KADIKÖYÜ BİLİM VE SANAT DOSTLARI DERNEĞİ-KADOS
ÇEKMEKÖY GÖNÜLLERİ DERNEĞİ
YILDI TEKNİK ÜNİVERSİTESİ ÇEVRE VE TEKNOLOJİLERİ KLÜBÜ
KADIKÖY KENT KONSEYİ
KALDIRAÇ DERGİSİ
İVME DERGİSİ
İŞÇİ GAZETESİ
KEMAL TÜRKLER EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI
RED FOTOĞRAF GRUBU
ANTİKAPİTALİST
ANTİ-MAİ ÇALIŞMA GRUBU
İŞÇİ CEPHESİ GAZETESİ
YEŞİL VE SOL
EKODER
DERELERİN KARDEŞLİĞİ PLATFORMU
FINDIKLI DERELERİNİ KORUMA PLATFORMU
CİDE LOÇ VADİSİ KORUMA PLATFORMU
SOS ÇEVRE GÖNÜLLÜLERİ PLATFORMU
ÇORLU SU YAŞAMDIR PLATFORMU
EGE SU PLATFORMU
GDO’YA HAYIR PLATFORMU
TÜRKİYE ÇEVRE PLATFORMU-TÜRÇEP
MARMARA ÇEVRE PLATFORMU-MARÇEP
İÇ ANADOLU ÇEVRE PLATFORMU-İÇAÇEP
AKDENİZ ÇEVRE PLATFORMU-AKÇEP
BATI AKDENİZ ÇEVRE PLATFORMU
EGE ÇEVRE VE KÜLTÜR PLATFORMU-EGEÇEP
DOĞU AKDENİZ ÇEVRECİLERİ- DAÇE
DOĞU KARADENİZ ÇEVRE PLATFORMU-DOKÇEP
BATI KARADENİZ ÇEVRE PLATFORMU-BAKÇEP
EDİRNE SU YAŞAMDIR PLATFORMU
TEMİZ ENERJİ PLATFORMU
BURSA SU PLATFORMU
BERGAMA, EŞME, SİVRİHİSAR, HAVRAN/KÜÇÜKDERE ELELE ALLİANOİ GİRİŞİM GRUBU
CHP İSTANBUL İL ÖRGÜTÜ
EMEK PARTİSİ İSTANBUL İL ÖRGÜTÜ
EMEKÇİ HAREKET PARTİSİ
ÖDP İSTANBUL İL ÖRGÜTÜ
TKP İSTANBUL İL ÖRGÜTÜ
EZİLENLERİN SOSYALİST PARTİSİ