Skip to main content
Image
Manşet Yatay Görseli
Share

“Sevgisiz”lerin giremediği “pek kadın” bir köy: Yırca

Termik santralin dumanları arasından bir ses geliyor, duyuyor musunuz? Kalabalığa ait sanki, biraz yaklaşınca şenliğe de benziyor hani. Yok yok yanlış duymadınız kadınların kahkahası bu.

İçerik Alınlık Resmi

Termik santralin dumanları arasından bir ses geliyor, duyuyor musunuz? Kalabalığa ait sanki, biraz yaklaşınca şenliğe de benziyor hani. Yok yok yanlış duymadınız kadınların kahkahası bu.

“Yaşlı, durgun bir zeytin oluşuma bakma
Şuramda bir su vardı ve şuramdan
Neşeyle akardı aşağıya.”
Birhan Keskin

Termik santralin dumanları arasından bir ses geliyor, duyuyor musunuz? Kalabalığa ait sanki, biraz yaklaşınca şenliğe de benziyor hani. Yok yok yanlış duymadınız kadınların kahkahası bu. Nasıl yani, ne işleri var ki bu tozun dumanın arasında diye düşünmeyin! Köylerinin dibine yıllar önce termik santral yapmışlar, gel zaman git zaman tozdan dumandan görünmez olmuş bu köy. Görünmez olmuş olmasına ama ne doğa teslim olmuş ne de insanlar o dumana. Yeniden yeniden üretmiş, yeşertmiş kendini. Zeytinini yetiştirip bağını bahçesini süren köylü de kendi yağında kavrulup gitmiş. Taa ki, canavarlar gelip zeytin ağaçlarını söküp atana kadar…

Evet, masalsı bir giriş oldu. Ama bakmayın öyle güzel güzel anlattığıma, onlarınki ne masal ne de güzelleme. “Sevgisizlere”[1] karşı verilen “pek kadın”[2] bir mücadele. Yırca’nın iki direniş öyküsü var aslında. Birincisi hepimizin bildiği 6666 zeytin ağacını katleden Kolin İnşaat’a karşı “Zeytinliklerimizi vermiyoruz. İkinci bir termik santral istemiyoruz” diye başlayan, Yırcalıların “sevgisiz”lerin köylerine girmesini engellemesiyle sonuçlanan mücadele. İkincisi ise, direniş sonrasında köylü kadınların bir araya gelerek verdikleri var olma mücadelesi.

Kömüre dayalı ekonomisi olan Soma’nın en küçük noktasına kadar erkek egemen bir yer olduğu su götürmez bir gerçek. Kadınların istihdam alanı ise yok denecek kadar az. Sadece istihdam da değil, ne yazık ki kadınlara ait ev dışında herhangi bir alan yok. Tüm bunların ötesinde bir de köylü kadın olmanın kentle araya koyduğu mesafe eklenince tablo daha da vahim bir hal alıyor. Yırca Köyü’ndeki kadınlar ise dar alan, mesafe ve ev kavramını değiştirip dönüştürerek kendilerine yepyeni bir alan açtılar, tablonun buram buram sabun kokmasını sağladılar. Ve bunu öyle doğallık ve sadelikle yaptılar ki direnişin bambaşka adı oldular.

yırcalı kadınlar


Peki, Yırcalı kadınların mücadelesi nasıl başladı? Aslında onlar işe Temel İhtiyaç Derneği’nin bir projesi ile başladılar. Derneğin yaptığı duyuru üzerine kadınlar, köyün kahvesinde toplandılar. “Erkekler ilk başta dışarı çıkmak istemedi, sonra onları dışarı çıkardılar”[3]. Toplantıda kadınlar hep birlikte “sabun yapmaya” karar verdiler. Dernek ile birlikte bir yıl boyunca sabun üreten kadınlar, derneğin projeyi sonlandırması ile “bu işi bırakmamaya” karar verdiler. Çünkü “birlikte, yan yana olmak iyi geliyordu” onlara.  Kendi aralarında toplantılar alıp “Ne yapabiliriz” diye tartıştılar ve sonunda “kendi kooperatiflerini kurma kararı” aldılar. “Kendi ellerimizle yaptık. Biz hanım değil miyiz? Hanım olduğumuz için Hanımeli yaptık adımızı” diyerek Yırca Hanımeli El ve Ev Ürünleri adıyla kuruluş olma yolundaki ilk adımlarını attılar. Zeytin yaşamlarının her alanında zaten vardı, ayrıca zeytinyağı sabunu yapma köyün gelenekleri arasındaydı. Kokulu sabunlara ek olarak kendi zeytinyağı sabunlarını da üretmeye başladılar. Köydeki imece kültürünü sürdürmek adına kolektif şekilde üretmek temelinde ısrarcı oldular. Hem kendi çabaları hem de imece çağrısına gelen cevaplar ile 90 yıllık bir köy evi satın alıp sabun evi yaptılar. Ev eski olduğundan düzenlenmesi, sabun ve gıda üretimi için uygun koşulların sağlanması gerekiyordu. Evi yaklaşık bir yıldır tamamen doğal yöntemlerle düzenlemeye çalışıyorlar. Çünkü “birlikte daha çok iş yapmak” istiyorlar. Neler mi yapmak istiyorlar? Halihazırda yaptıkları kokulu sabun, “ev sabunu” (zeytinyağı sabunu) ve balmumundan elde ettikleri muma ek olarak, gıda ruhsatı alıp gündelik hayatlarında yaptıkları kilerlik işleri burada da yapıp gelir elde etmek istiyorlar. Salça, zeytin, zeytinyağı, erişte, köy ekmeği gibi ürünleri üretebilmek için de sürecin hızlanması gerekiyordu. Şu sıralar yenilikler için sabun evinde hummalı bir çalışma içindeler. Ayrıca köye kadınlar kahvesi de yapılıyor. Bakmayın öyle kahve denildiğine, bu kahve başka bir kahve olacak gibi görünüyor. Sabuncu kadınlar olarak rahatça toplanabilecekleri, köydeki tüm kadınlarla bir araya gelebilecekleri yer olacağı gibi aynı zaman da dışarıya açılmalarını sağlayacak bir alan olacak burası.

yırcalı kadınlar

Sabuncu kadınlar sadece sabun üretmek için yan yana gelmiyorlar. Yeri geliyor birlikte gözleme yapıyorlar, yeri geliyor dağdan kekik, adaçayı toplamaya birlikte gidiyorlar. Sipariş gelmese de sabun evinde toplanıp çay içip sohbet ediyorlar. Yeni keşifler peşindeler, farklı farklı sabunlar üretmeyi deniyorlar. Deneyip yanılıp birlikte öğreniyorlar. Mesela kimyasal boya kullanmıyorlar sabunlarda, onun yerine kırmızı pancar, ıspanak gibi gıdalardan elde ettikleri boyaları kullanıyorlar. Gündelik hayatlarındaki doğallığı, sadeliği sabunlara da aktarıyorlar.

Sabun evi onlar için ekonomik anlamda da “kendilerini özgür hissettikleri” yer. “İlk paramı sabun evinde kazandım. Kocamın eline bakmadan gidip bir şey alabildim. Kendi paranı kazanmak başka. İnsan özgür hissediyor kendini”… Neredeyse hepsinin dilinde bu cümleler, çünkü hiçbiri daha önce ücretli bir işte çalışmamış ve bu onlar için yepyeni bir deneyim. Sabun evi maddi anlamının çok daha ötesinde ki onların da aslında en çok kıymet verdikleri şey, “bir arada olmanın verdiği his”. Sabun evini çalışma alanından çok “kendilerini iyi hissettikleri, sorunlarından uzaklaştıkları, bir aradayken mutlu oldukları yer” olarak görüyorlar. “Buraya geliyorum, arkadaşlarımı görüyorum, evdeki dertlerimi unutuyorum. Kafam dağılıyor, iyi geliyor.” Sabun evi öncesinde köyde birbiri ile bu kadar yakın ilişki kuramayan kadınlar ev ile birlikte bu alanı yaratıp dayanışmayı kuvvetlendiriyorlar. Bir kadın “Ben kendi avlumda evimde işimdeydim. Herkesin evine rahatça girip çıkamam. Buraya gelince tanıdım köyümüzdeki genç kızları.” diye ifade ediyor. Aslında sabun evi kadınların arasında yaş farkından doğan mesafenin de ortadan kalkmasını sağlıyor bir yandan.

Daha öncesinde ne yapıyordu kadınlar? Santralin atık sahası olan kül barajı köye çok yakın mesafede. Kadınlar bu “kömür dağına” gidip kömür parçalarını topluyorlardı. İnsanlık dışı koşulları olan sahada pek çok yaralanma meydana geliyordu. “Kolu bacağı kırılan mı dersin, kömüre batan mı” elbette bunlar kısa vadede yaşananlar. Ağır çuvalları taşımaktan kaynaklanan bel rahatsızlıklarını, santralden çıkan gaz ve külden dolayı köyde kol gezen KOAH hastalığını saymıyoruz bile. Sabun evi ile birlikte bu işi yapmayı da bıraktı kadınlar. “Kömürün isindense sabunun misi daha iyi” sözü herkesin diline dolanır oldu zamanla. Böylece de kendi sloganlarını kendileri buldular; “Kömürün isi, sabunun misi”.

“Herkes kendi avlusunda, kendi işinde. Arada komşuya gidersek işte. Ama o da herkese değil yakın akrabaya.” Aslında sabun evi kadınları evlerden, avlulardan kolaylıkla çıkarmayı başaran, birbirine dokunmalarını sağlayan yegâne mekan. Birbirlerinden bağımsız olarak harcadıkları ev içi emeği kamusal alana taşıyarak hem “birlikte iş yapmanın gücünü” hissediyorlar hem de “gelir elde ediyorlar.” İşte bu yüzden de erkeklerin dünyasında çatlak açıp var olma mücadelesi veriyorlar. Hem öyle kısa bir zamandır da değil. Üç yılı aşkın süredir 21 kadın pes etmeden devam ediyorlar.

Sabuncu kadınlar, köyde sorun olarak gördükleri olaylara da müdahale edip tepkilerini gösteriyorlar. Hatta pek çok konuda öncü olmayı da başarıyorlar. Örneğin; bundan dört ay önce İzmir-İstanbul Otoyolu nedeniyle köy yolu değiştirildi. Soma yoluna keskin bir viraj yapıldı. Bu yeni yolu köylüler merkeze gitmek için kullanıyor ve iş makinelerinin sıkça geçtiği oldukça riski bir yol. Kadınlar yeni yapılan yola itiraz edip “Çocuklarımız her gün o yoldan okula gidip geliyor. İlla birinin canı mı yanmalı? Üst geçit yapılmasını istiyoruz.” diyerek yola çıkıp eylem yaptılar.[4] Aslında kadınlar küçük bir köy evinde bir araya gelerek, bir arada olmanın verdiği güç ve dayanışmayla sorunlara müdahale etmede kolektif olarak özneleştiler.

Yırcalı kadınlar ile yılın son gününde sıcacık çay eşliğinde hem tüm bunlardan söz ettik hem de bol kahkahalı sohbette bir güzel demlendik. Yeni yıla dair umutlardan, hedeflerden konuşup hep birlikte “umutlarımızı sabuna döktük”, hemencecik gerçekleşsin diye. Laf aramızda kadınların 2018 hedefleri arasında Mart ayı başına kadar evi tamamlayıp 8 Mart’ta açılış yapmak var. Bir de şimdiden kendilerine kardeş köy arayışı peşine düştüler bile. Başka köylerde de sabun evi kurup imece kültürünü yaşatmak, dayanışmayı kuvvetlendirmek istiyorlar.

Kadınların “imece” çağrısı devam ediyor. Evin tamamlanmasına az bir şey kaldı. Sabuncu kadınların herkese çağrısı “Sabun evinin tamamlanması için herkesten destek bekliyoruz. Ee, sonra da herkesi açılışa bekliyoruz.” 

Not: Yırcalı Sabuncu kadınlara [email protected] adresinden ulaşabilirsiniz.

[1] Yırcalılar, kötülük yapan birini ya da kötüye dair olanı anlatırken ‘sevgisiz’ kelimesini kullanıyorlar.
[2] ‘Pek kadın’ ifadesi Yırcalılar tarafından beğenilen, hoşa giden, güzel olan nesne ya da kişiyi anlatmak için kullanılıyor. Benim karşıma çıkan örnek, hoşa giden beğenilen erkeği anlatırken “Zamanla yüzü pek kadın geldi. Gönlüm ısınıverdi.” şeklindeydi.
[3] Bundan sonra yazı içinde tırnak işareti içindeki tüm ifadeler Yırcalı Sabuncu Kadınlara aittir.
[4] Ayrntılar için; http://www.somakaraelmas.com/yircanin-yol-sikintisi-yircalilar-ustgecit-istiyor.html

Sare Öztürk, Çatlak Zemin

 

 

İlgili Dosyalar:

  1. yırcalı kadınlar [JPG] [159.36K]
  2. yırcalı kadınlar [JPEG] [123.26K]
  3. yırcalı kadınlar [JPEG] [123.26K]
  4. yırcalı kadınlar [JPEG] [123.26K]
Share
İlgili Eğitim