İklim değişikliğinden en çok etkilenecek kırılgan bölgelerden biri olan Türkiye’nin; kuraklık ve aşırı hava olayları gibi iklimsel risklere maruz kalacağı biliniyor. Türkiye’nin -kutunun dışında düşünerek- iklim yatırımlarını külfet olarak görmek yerine, bunların getireceği çevresel ve ekonomik kazanımlara odaklanması gerekiyor.
REC Türkiye Direktörü Rıfat Ünal Sayman'ın konuyla ilgili yazısı şöyle:
İstanbul 2017 yazında baş döndürücü hava olayları yaşadı. Bu yazının yazıldığı Ağustos ayında da yaşamaya devam ediyor. Hatırlayalım; 29 Haziran’da İstanbul’da son 106 yıldır ilk kez görülen rekor bir sıcaklık ölçüldü. Tam 37,2oC. Ne oluyoruz demeye kalmadan, 18 Temmuz’da şiddetli yağış ve takiben sel ve su baskınları sonucu şehirdeki yaşam durma noktasına geldi. Mevsim normallerine göre aşırı yağış alan şehirde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından yapılan yazılı açıklamaya göre bir saat içinde metrekareye 65-110 kilogram yağış düştü. Bu, İstanbul için son 32 yılın en yüksek yağış değeriydi. Tartışmalar bitmeden, 27 Temmuz’da İstanbul yine yoğun bir yağmur ve beraberinde arabaların camlarını kıracak büyüklükte dolu yağışıyla karşılaştı.
Bu kadar kısa süre içerisinde mevsim normallerinin çok üzerinde sıcaklık değerleri, şiddetli yağış, dolu, sel ve fırtına yaşayan İstanbul’un durumu maalesef ki yalnızca İstanbul’a özgü değil. İnsanoğlunun kurduğu ve doğa üzerinde üstünlüğünü ilan ettiği medeniyeti, büyük bir sınavla karşı karşıya. Küresel iklim değişikliği, dünyanın her yerinde yıkıcı etkisi artan aşırı hava olaylarında artışlara sebep olarak, medeniyeti ve temelini oluştu- ran şehirleri tehdit ediyor. Küresel ölçekte bakacak olursak kaydedilen en sıcak yıllar 2015 ve 2016 oldu. Dünya üzerindeki ortalama sıcaklık 1880 yılına göre 0,85°C arttı (NASA, 2017). Bireylerin hissedemeyeceği bu sıcaklık değişimi, varlığını esas olarak toplum ve bireyler üzerinde etkisi ve sıklığı artan sel, kuraklık, don, dolu ve olağan dışı sıcak ve soğuk günlerle gösterdi. İklim değişikliği sonucu buz ve kar stokları azaldı, buna bağlı olarak 1910-2010 arasında ortalama deniz seviyesi 19 cm yükseldi (IPCC, 2014). İstanbul’da yaşanan bu etkiler, doğal olarak iklim değişikliği ve şehir ilişkisini gündeme taşıdı. Şehirler nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu, çok yoğun üretim ve tüketim yapılan yerleşimler. Nüfus, üretim ve tüketimin yoğunluğu şehirlerde kirletici unsurların yüksek olmasına neden oluyor. Şehirler sadece kendi sınırları içindeki alanlarını değil, tedarik zincirleri kapsamındaki daha geniş bir coğrafyayı etki altında bırakıyorlar.
Bir Mücadele Alanı olarak Kentler
Küresel ölçekte şehirlerde yaşayan nüfus hızla artmaya devam ediyor. 2050 yılında toplam nüfusun %70’ten fazlasına tekabül eden 6,4 milyar insanın şehirlerde yaşaması öngörülüyor (OECD, 2014). Küresel ölçekte şehir yönetimleri, iklim değişikliğiyle mücadeleye önayak olacak önemli salım azaltım taah- hütlerinde bulunuyorlar. Dünyanın önemli metropollerinden New York, 2050 yılına kadar %80, Londra ise 2040 yılına kadar %60 seragazı salım azaltımı taahhüt etti. Güney Kore’nin başkenti 10 milyon nüfuslu Seul, 2020 yılına kadar %25 salım azaltımı yapacak. İklim değişikliği ile mücadelede büyük şehirler kadar düşük nüfuslu yerleşimler de önemli katkı sağlayabilir. Bu konuda özellikle Avrupa şehirlerinin çok başarılı uygulamaları olduğu görü- lüyor. Orta ölçekli bir şehir olan Kopenhag, 2025 yılına kadar seragazı salımlarını 0 azaltmayı taahhüt etti.
Türkiye’de 1940 yılından 2010 yılına toplam nüfus dört kat artarken, şehirlerde yaşayan nüfus 13 kat arttı. Şehirlerin yönetiminden yerel düzeyde belediyeler sorumlu. Türkiye’de bu amaçla kurulmuş, 30 tanesi büyükşehir belediyesi olmak üzere toplam 1397 belediye var. 2016 yılı için belediyelerde yaşayan 75 milyon kişi, Türkiye’nin toplam nüfusun %94’üne denk düşüyor. Belediyelerin içinde büyükşehirlerin büyük bir payı var, toplam nüfusun %77’si büyükşehir belediyelerinin sınırları içinde yaşıyor (Sayman, 2017).
Şehirlerin ve onları yöneten belediyelerin iklim değişikliğiyle mücadele konusunda yapabilecekleri, o ülkede merkezi idare, varsa bölgesel idareler ve yerel idareler arasındaki yetki paylaşımına göre şekillenir. Türkiye’de belediyelerin iklim değişikliğiyle mücadelede azaltım ve uyum konusunda çok önemli yetkileri var. Belediye mevzuatı dikkate alındığında, iklim değişikliğiyle mücadelede “ulaştırma, binalar ve atık yönetimi” belediyelerin yetki ve sorumluluklarının yüksek olduğu alanlar olarak öne çıkıyor. Türkiye’nin 2014 yılı toplam seragazı salımlarında ulaşım sektörü ’lık paya sahip. Ulaşım kaynaklı salımların %91’lik bölümü karayolu ulaşımından kaynaklanıyor (67 milyon ton CO2e). Belediyelerin şehir içi ulaşımda raylı sistemlere, yaya ve bisiklet yollarına ve toplu taşımaya öncelik vermesi gerekiyor. Raylı sistemlerin yanı sıra, İstanbul Metrobüs uygulaması da bu açıdan başarılı bir örnektir.
Dünyanın önemli metropollerinden New York, 2050 yılına kadar %80, Londra ise 2040 yılına kadar %60 seragazı salım azaltımı taahhüt etti. Güney Kore’nin başkenti 10 milyon nüfuslu Seul, 2020 yılına kadar %25 salım azaltımı yapacak.
Toplam salımların ’lik bir bölümü ise binalarda ısınma amaçlı yakıt kullanımından kaynaklanıyor. Buna ilave olarak, ülke genelinde üretilen elektrik enerjisinin de önemli bir bölümü binalarda kullanılıyor. Binalarda enerji tüketiminin %65’i ısıtma, soğutma ve havalandırma, %20’si aydınlatma ve ’i diğer sistemler (asansör, beyaz eşya, vb.) için kullanılıyor (ÇŞB, 2012). Binalarda salım azaltımı, ısı tasarrufu konu- suyla sınırlı tutulmadan, tüm enerji kullanım alanlarına yönelik değerlendirilmeli. İlk aşamada binaların enerji performanslarının ölçülmesi tamamlanmalı ve karneleri çıkartılmalı. Yeni binaların oturumlarının, iç mekanlarının, mekanik tesisat, aydınlatma ve ısı yalıtımlarının minimum enerji tüketecek şekilde tasarlanması ve inşa edilmesi; mevcut binalarda da önceliğin ısı yalıtımına ve elektrik tüketiminin azaltılmasına verilmesi gerekiyor. Yeşil çatı ve yatay duvarlar, ısı pompaları, elektrik ve ısı enerjisi üretimi için güneş panelleri de kullanılabilecek diğer araçlar olarak sıralanabilir. Türkiye’nin seragazı salımların %3’lük bir bölümü de atık sektöründen kaynaklanıyor. İklim değişikliğiyle mücadelede atık sektörü belediyelerin en fazla yetki sahibi oldukları sektör. Türkiye’de istatistiklere yansıyan evsel atık geridönüşüm oranı %1; REC Türkiye olarak yaptığımız çalışmalarda gerçek rakamın bunun üstünde olmakla birlikte, ancak -12 civarında olduğunu tahmin ediyoruz. Atık kaynaklı seragazı salımlarını depolama sahalarında oluşan metan – CH4 (%88) ve nitröz oksit – N2O () oluşturuyor. Atıkların geri dönüştürülemeden depolama sahalarında bertarafında, metan gazından elektrik üretimi önemli azaltım sağlıyor. Türkiye’de 46 tesiste toplam 241.932 MW kurulu güçle elektrik üretilirken, salım azaltımı da gerçekleştiriliyor (bkz. Şekil 1). Belediyeler, doğrudan yetkili olmamakla birlikte, diğer sektörlerde de salım azaltımına önemli destek sunabilecek durumdalar. Belediye- lerin şehrin ortak alanlarında kullanılan enerjinin karşılanmasında yenilenebilir enerji kaynaklarını tercih etmesi önemli bir kazanım olur. Belediyelerin elektrik enerjisi üretmesi önünde yasal engel bulunmuyor. Belediyeler, iktisadi işletmeleri aracılığıyla başta güneş olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapabilir, bu enerji kaynaklarının yaygınlaştırılmasına önayak olabilirler. Yeşil alanlar, yutak alanlar olarak Türkiye’nin net seragazı salım miktarını azaltıcı etkiye sahipler. Belediyelerin yeşil alanları genişletmesi özellikle iklim değişikliğine uyum konusunda katkı sağlayacaktır.
Bir Planımız Var mı?
Belediyelerimiz iklim değişikliğiyle mücadele konusunda aslında oldukça geç kaldılar. 1397 belediyemizden çok azının iklim değişikliğine ilişkin bir planı bulunuyor. Bu konuda öncülük 2011 yılında ilk planını yapan Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nde. Aradan geçen altı yılda diğer belediyelerde farkındalık çok fazla artmadı. Belediyelerin azaltım konusunda en önemli girişimlerinden olan Covenant of Mayors’a Türkiye’den sadece 12 belediye üye: Antalya BB, Bağcılar (İstanbul), Bornova (İzmir), Bursa BB, Tepebaşı (Eskişehir), İzmir BB, Kadıköy (İstanbul), Karşıyaka (İzmir), Nilüfer (Bursa), Maltepe (İstanbul), Seferihisar (İzmir) ve Şişli (İstanbul). Ancak bu beledi- yelerimizin bazılarının da planlarını tamamlamadıklarını biliyoruz. 2017 yılı içerisinde önemli bir gelişme İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin iklim değişikliği eylem planı hazırlamaya başlaması oldu. İstanbul’un yaptıkları tüm Türkiye tarafından takip ediliyor, iklim değişikliği eylem planlarının hızla artmasını umuyoruz.
Belediyelerin salım azaltımı faaliyetlerine başlamadan önce, “seragazı salım envanterlerini” çıkartarak, yoğunlaşacakları alanları tespit etmeleri ve mümkün olan salım azaltımlarını taahhüt olarak ortaya koymaları ilk adımları olmalı. Bu azaltımı sağlayacak tedbirlerin, hazırlanacak yerel “iklim değişikliği eylem planları”na girmesi de paydaşların planlama yapmalarına ve yatırımlarını yönlendirmelerine destek olur.
Belediyelerimiz iklim değişikliğiyle mücadele konusunda aslında oldukça geç kaldılar. 1397 belediyemizden çok azının iklim değişikliğine ilişkin bir planı bulunuyor. Bu konuda öncülük 2011 yılında ilk planını yapan Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nde.
Belediyelerin iklim dostu olmalarının önündeki önemli engellerden biri, yatırımlar için gerekli finansmanın sağlanması. OECD ülkelerinde yerel yönetimler kamu yatırımlarının %70 ve çevre alanında kamu harcamalarının %50’sinden sorumlular (OECD, 2014). Türkiye’de de finansa erişim önemli bir zorluk olacaktır. Belediyelerin yenilikçi finansman modelleri üzerinde çalışmaları gerekecek.
Özetlersek; iklim değişikliğinden en çok etkilenecek kırılgan bölgelerden biri olan Türkiye’nin; kuraklık ve aşırı hava olayları gibi iklimsel risklere maruz kalacağı biliniyor. Türkiye’nin -kutunun dışında düşünerek- iklim yatırımlarını külfet olarak görmek yerine, bunların getireceği çevresel ve ekonomik kaza- nımlara odaklanması gerekiyor. İklim değişikliği risk teşkil ediyor, bu riski bir fırsata çevirmek mümkün. Salım azaltımında önemli bir rolü bulunan belediyelerin, karbon ayakizlerini ve azaltım potansiyellerini tespit ederek salım azaltım taahhütlerinde bulunmaları, katılımcı süreçler işleterek iyi planlama yapmaları gerekiyor. Belediyelerin, yetkilerinin ve sorumluluklarının yüksek, salım miktarlarının yoğun olduğu ulaştırma, binalar ve atık sektörleriyle ilgili azaltım faaliyetlerine odaklanmaları öncelik taşıyor.