Trans kadın mahpuslar neler yaşıyor? Adalete erişimden cinsiyet kimliğinin reddine cezaevlerinde neler oluyor? Pembe Hayat’tan Selin Berghan, Demhat Aksoy ve Av. Yalçın Koçak, trans kadın mahpuslara ilişkin raporlarını ve Dilek İnce Giysi Bankası’nı Onur Haftası’nda anlattı.
25. LGBTİ+ Onur Haftası’nın beşinci günü “Türkiye’de Trans Kadın Mahpuslar” oturumuyla başladı. Oturumda Pembe Hayat LGBTİ Dayanışma Derneği’nden Selin Berghan ve Demhat Aksoy konuştu. Oturumu Pembe Hayat’tan Av. Yalçın Koçak modere etti.
67 trans kadınla mektuplaşıldı
Berghan geçtiğimiz günler yayınlanan “Türkiye’de Trans Kadın Mahpuslar” raporunu sundu. Pembe Hayat’ın trans mahpuslarla iletişiminin derneğin Genel Başkanı Buse Kılıçkaya’nın tutuklanması ile güçlendiğini hatırlatan Berghan rapora dair şunları söyledi:
“Raporumuz, temelde Pembe Hayat’ın cezaevinde bulunan trans kadınlardan aldığı mektuplara dayanıyor. 2008 yılında yönetim kurulu başkanı Buse Kılıçkaya’nın cezaevine girmesiyle başlayan trans mahpuslarla dayanışma çalışmaları, 2014 yılında nefret cinayeti ile katledilen Dilek İnce adına açılan “Giysi Bankası” ile sistematik hale geldi.”
2008-2016 tarihleri arasında 67 trans kadınla yapılan mektuplaşmaların rapora dahil edildiğini hatırlatan Berghan, “Dilek İnce Giysi Bankası ile trans kadınlarla mektuplaşma sistematik hale geldi ve 2014-2016 yılları arasında 150 mektup cevaplandı” dedi.
“Trans kadınlar kimlikleri nedeniyle ‘suçlu’ görülüyor”
Ulusal ve uluslararası mevzuatları hatırlatan Berghan, raporda ortaya çıkan hak ihlallerini şöyle sıraladı:
“Trans kadın mahpusların adalete erişim sorunları ceza-adalet sistemine girmeden başlıyor. Trans kadınlar, trans kimlikleri nedeniyle “suçlu” görülüyor. Türkiye’de yasal olarak LGBTİ kimliklerine sahip olmak suç olmasa da, genel olarak LGBTİ bireylere özelde trans kadınlara karşı ayrımcılık hayatın her alanında elle tutulur bir somutluk taşıyor.
“Trans kadınlara karşı şiddet haklı görülürken, trans olma halinin kendisi cinayet davalarında bile ceza indirimine gerekçe olabiliyor. Trans kadınların fail olduğu davalarda ise süreç benzer davalara göre çok daha hızlı ilerliyor. Trans kadınların suçu, bu ülkede herkesinkinden daha hızlı kanıtlanıyor.”
Karakollarda kötü muamele
Berghan, dava sürecinden önce trans kadınların karakollarda polis tarafından kötü muamele görerek ikinci kez mağdur edildiğini vurgulayarak, “Sözlerinin ciddiye alınmaması, güvenlik güçleriyle ilgili şikayetlerinin sonuçsuz kalması, avukat tutamayanlar için atanan baro avukatlarının davalarda bulunmaması, hakimlerin ayrımcı tavırlarının hapis cezası kararını etkilemesi, cezaevi idaresine yapılan şikayet başvurularının sonuçsuz kalması adalete erişimde yaşadıkları sorunlar olarak sıralanabilir” dedi.
Cinsiyet kimliğinin reddi
Trans mahpusların adalete erişimin yanı sıra cinsiyet kimliklerinin reddedilmesi dolayısıyla cezaevlerinde sorun yaşadıklarını belirten Berghan, cezaevlerinin ikili cinsiyet sistemine göre tasarlanmış yapılar olduğunu hatırlattı ve ekledi:
“Trans kadınlar nüfus cüzdanlarındaki renge göre, erkeklerin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiş erkek hapishanelerine yerleştirilir. Bu durum trans kadınlar için birçok hak ihlaline neden oluyor ve şiddete maruz kalma riskini arttırıyor. Erkek memurlar tarafından çıplak arama trans kadınlar söz konusu olduğunda kurala dönüşmüş oluyor.
“Erkek cezaevlerinde tutulan trans kadınların cımbız, ağda gibi ihtiyaçlarının karşılanmaması, erkek kıyafeti giymeye zorlanmaları ve ‘erkek gibi’ yaşamaya mecbur bırakılmaları, saçlarının kesilmesi yine cinsiyet kimliğinin reddi anlamına geliyor.
“Kendilerine ait paraları yoksa, dışarıdan başka birinden destek görmüyorlarsa ve güvenlik nedeniyle İş-Kur’un işlerinde çalıştırılmadıklarından, maddi açıdan çok zorluk çekmekte, temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale geliyorlar.”
“Adalet sistemindeki ayrımcılığa karşı eğitim ve düzenlemeler yapılmalı”
Berghan trans kadın mahpusların ‘güvenlik’ gerekçesiyle tecrit altında tutulduklarını bu sebeple bütün haklarından mahrum bırakıldığını vurgulayarak, “Bütün bunlar çok keyfi ve işkenceye varan uygulamalara dönüşüyor” ifadelerini kullandı.
Berghan, raporun sonuç bölümünde bütün bu ayrımcı uygulamalara karşı önerilerini sunduklarını söyledi. Bu önerilerin bazılarını şöyle sıraladı:
“Trans kadınların, hayatın her alanında yaşadıkları ayrımcı uygulamalar ve şiddetin önlenmesi ve transfobi ile mücadele etmek için öncelikli olarak cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin eşitlik ve ayrımcılık karşıtı yasalara eklenmesi gerekiyor.
“Adalet sistemindeki transfobi ve homofobi ile mücadele etmek için tüm personelin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği eşitliği konularında eğitilmeleri gerekiyor. Ayrıca bu temelde ayrımcılık yapan kamu personeli hakkında cezai işlem yapılması da ilgili yönetmeliklere eklenmelidir.
“Cezaevine yerleştirilirken uygulanan çıplak aramaya derhal son verilmesi gerekiyor.
“Tüm mahpuslar gibi, trans mahpuslar da cezaevlerine girişte sağlık kontrolünden geçmeli ve sağlık hizmetlerinden eşit olarak yararlanmalıdır.”
Rapora ulaşmak için tıklayınız.
Trans mahpuslar için bir umut: Dilek İnce Giysi Bankası
Berghan’ın ardından söz alan Demhat Aksoy, Pembe Hayat’ın Dilek İnce Giysi Bankası’ndan bahsetti.
Aksoy; Pembe Hayat’ın 20 Kasım 2014 yılında Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Haftası kapsamında kurduğu Dilek İnce Giysi Bankası’nın, adını 2006 yılında Eryaman olaylarında pompalı silah ile öldürülen trans kadın Dilek İnce’den aldığını belirtti ve ekledi:
“Dilek İnce Giysi Bankası bir dayanışma ağı çevresinde, gönüllülerin yardımları ile ilerliyor. Banka, gönüllülerden gelen temiz, kullanılabilir kıyafetleri, ihtiyaç sahibi mülteci ve mahpus LGBTİ’lere derneğimize gelen; Kaos GL ve Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin ilettiği mektuplar doğrultusunda ihtiyaçlara yönelik olarak iletiliyor. Dilek İnce Giysi Bankası kurulduğundan bu yana, 10 toplu gönderim yapıldı. 2014 yılında yapılan ilk gönderim 30 kişiye ve 2016 Mart ayı gönderiminde 70 kişiye ulaştık.”
“OHAL ile birlikte cezaevlerine ulaşmakta zorlanıyoruz”
Trans kadın mahpuslarla düzenli mektuplaşmaları sonucu çok farklı şehirden mahpuslara ulaşabildiklerini, bu mektuplaşmaların sadece ihtiyaç temini için olmadığını bir dayanışma ve sosyal hizmet ağına dönüştüğünü hatırlatan Aksoy sözlerine şöyle devam etti:
“Dilek İnce Giysi Bankası artık kendi kendisini örgütleyen bir yapıya dönüştü. Yayın yolladığımızda bazen hapishanelerde sansür ile karşılaşabiliyoruz. Kaos GL dergisinin iletilmediği durumlar yaşadık. Özellikle OHAL ile birlikte daha önce mektuplaştığımız kişilerden haber almakta zorlanıyoruz. Cezaevlerini ziyaret ettiğimizde mektuplara el konulduğunu öğreniyoruz.”
“Trans kadınlara ısrarla ‘bey’ diye sesleniyorlar”
Av. Yalçın Koçak da Pembe Hayat adına LGBTİ mahpusları ziyaret ettiklerini, bu ziyaretlerde mahpusların kendilerine yaşadıkları yoğun ayrımcılığı aktardığını söyledi:
“Cezaevinde trans kadınlara özellikle ve sürekli ‘bey’ diye sesleniyorlar. Buna itiraz ettiğimizde ise ‘nonoş’ gibi ifadeler kullanmaya başlayan cezaevi görevlileri oldu. Gardiyanlar trans kadın mahpusların taleplerini değerlendirmiyor. Mektubu alıp köşeye atıyor. Biz, bütün müvekkillerimizin yasalar gereği suçsuz olduğunu iddia etmiyoruz. Biz yargılama mercii de değiliz. Ancak trans olmanın kendisinin suç olarak algılandığını, adalet sisteminin tamamen ayrımcılık üzerine kurulu olduğunu söylüyoruz.”
Trans kadın mahpusların cezaevlerinde diğer mahpuslara göre daha yalnız hissettiklerini de vurgulayan Koçak, hukuki yöntemlere paralel olarak Dilek İnce Giysi Bankası gibi örnekleri çoğaltmak gerektiğini belirtti.
Trans kadın mahpusların mektuplarından…
Raporda yer alan trans kadın mahpusların mektuplarında yer alan ifadelerden bazıları şöyle:
“Hakaret, küfür, aşağılama... mahkumlara alıştım, kulak asmıyorum, ama o devlet memuru... neler çekiyorum, hiçbir şikayet dilekçemi herhangi bir resmi makama ulaştıramıyorum.”
“Cezaevlerinde bulunan, spor hariç, hiçbir aktiviteden yararlanamıyoruz. 15 günde bir spor salonuna bir saatliğine çıkıp spor yapmaya çalışıyoruz, fakat koğuşta her gün voleybol oynuyoruz.”
“Cinsel kimliğim nedeniyle 2 yıldır beni hep tek kişilik bir odada rehineler gibi tutuyorlar. Güvenlik sağlıyoruz diye tecrit ediyorlar. Her bir sorununu, her bir ihtiyacını işkenceye çeviriyorlar.”
“Timsahın ağzındayız. İsteyen bizi çiğneyebiliyor, çünkü bunların dokunulmazlıkları var. Ne savcı, ne infaz hakimi ne başsavcı ne Adalet Bakanı ne de mahkeme bunlara dokunmuyor. O nedenle cezaevi idaresi o kadar çok insanlık suçu işliyor ki.”
“Tek suçumuz tercih ettiğimiz hayat. Tek suçumuz özgür yaşamak.”