Evrensel Gazetesi'nden Elif Ekin Saltık, ‘Suçlu Kim?’ isimli KAMER araştırmasının da parçası olan İTÜ Öğretim Görevlisi Fulya Kama ile artan şiddete karşın artan suskunluğu konuştu
Kadınların bitmeyen ve en önemli gündemlerinde biri şiddet. Birçok şiddet, tecavüz, istismar vakası ile karşılaşıyor, haberlerini okuyoruz. Şöyle bir şey de var ki; bu şiddet, tecavüz, istismar vakaları birçok kişi tarafından biliniyor fakat bir yandan da bir “sessizlik” sarmalı içinde yok sayılıyor. Yozgat’ta zihinsel engelli kadın 11 erkeğin tecavüzüne uğradığı olayda tüm köy biliyordu tecavüzleri. Batman’da yaşanan istismar ve fuhuş biliniyordu Batman’da yaşayan birçok kişi tarafından. Ağrı’da babaları tarafından istismar edilen çocukların tüm ailesi istismarı biliyor, ama konuşmamaları için ölümle tehdit ediyorlardı çocukları. Anneleri ‘Sabredin, geçer’ diyordu. Ve daha onlarca vaka.
Tablo korkunç. Bir yandan bu sistematik şiddet vakalarının artışı, diğer yandan ise artan suskunluk “neden” sorusuna cevap vermeyi gerektiriyor.
“Neden?” sorusunun kendisi de cevapları da çok katmanlı. Konuyla ilgili sorularımızı yanıtlayan İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Fulya Kama bu katmanları tek tek açıyor. 23 bin kadına ev ziyaretleri yaparak, 61 boşanma, velayet, cinayet ve istismar davası incelenerek hazırlanan ‘Suçlu Kim?’ isimli KAMER araştırmasının da parçası olan Kama, suçlunun herkes, hepimiz, toplum olduğunu söylüyor. Ancak çok zor bir dönemden geçen ve korku toplumuna dönüştürülen bir toplumun şiddet karşısında daha çok suskun kalacağının da altını çiziyor.
Bu suskunluk, bu sessizlik neden?
2015 yılında KAMER’in başlattığı ‘Suçlu Kim?’ projesi de bu sorunun cevaplarını arıyor. ‘Bu sessizlik neden’ diye soruyor ve ulaşılan sonuç da şu: aile, toplum, sen, ben, hepimiz. Çocuğu erken yaşta evlendiren, eğitim hakkından mahrum bırakan aile. Onunla evlenen koca. Nikahı kıyan imam. Evlenip, hamile kalıp hastaneye gittiği zaman çocuğun yaşı ortaya çıktığında durumu polise bildirmeyen doktor, önlem almayan kolluk, hiçbir uygulama yapmayan hakim ve korumayan devlet, toplum... Bütün bunlara göz yuman herkes suçlu. Kadın cinayetlerinin engellenememesinde, istismarın engellenememesinde suçlu hepimiziz.
Peki hem suçta hem sessizlikte son dönemde değişen bir şeyler yok mu? Toplumsal ve politik olarak değişenlerden etkilenerek artan bir “sessizleşme” yok mu?
Korkuyoruz. Ben seninle konuşmaya buraya gelirken korkuyorum. Acaba yanlış bir şey söyler miyim, işimden olur muyum? Röportaj kavramı bile insanları ürkütür hale geldi. Ufacık bir şey yüzünden insanların hayatları altüst oluyor, insanlar ölüme mahkum ediliyor bu ülkede. Birçok hocam emekli olmak zorunda kaldı. Birçok arkadaşım hiçbir şeysiz kaldı. Sessizliğin temel sebeplerinden biri korku. Bir korku, susturma, sindirme politikası da var. Ayrıcalıklarımızdan, sahip olduğumuz statülerden vazgeçmek o kadar kolay olmuyor. Cesur olmak şu an birçoğumuz için çok zor. Evet, çok cesur kadınlar var. Gerçekten mücadelelerini hâlâ devam ettiren bir sürü cesur kadın... Ama ben o kadar cesur olmadığımı düşünüyorum. O yüzden kendimi suçluyorum. İstenilen de bu zaten.
Çocuk istismarında ise sessizliğin hep süregeldiğini düşünüyorum. Şimdi şimdi daha çok dillendiriliyor. Eskiden ‘sus’ daha yaygındı da kadınlar şimdi daha fazla karakola ya da başka mercilere başvuruyor istismar durumunda. Bunda çok önemli bir faktör var; ‘ekonomik güç’. Kadının biraz geliri varsa, ufacık bir şey varsa gerçekten çocuklarını alıp gidiyor. Ama kadının hiçbir gücü yoksa o şiddet sarmalına devam ediyor. Ailesine kaçıyor, ailede baba şiddetin failinin yanına gönderiyor. Karakola gidiyor; karakol ‘Git, kocandır’ deyip şiddetin içine gönderiyor. Hangi kadınlar yapabiliyor geri dönmemeyi? Yüz liralık, iki yüz liralık geliri olan kadınlar. O zaman çocuğunu da sırtlanıyor kadın ve kaçıyor. Gerçekten ekonomik bağımsızlık kadının hayatındaki şiddet sarmalından kurtulması için çok önemli bir faktör.
YOKSULLUK ALTINDA EZİLEN KADIN İÇİN ŞİDDET İKİNCİ PLANDA
Yoksulluk şiddetle baş etmeyi engelliyor diyorsunuz. Kadınların şiddeti nasıl değerlendirdiğini de etkiliyor mu peki?
Kadınlar büyük bir yoksulluk yaşıyor. Birçoğu ekonomik koşulları nedeniyle şiddeti sineye çekiyor. “Aç çocuğum var evde, o açken ben şiddet konuşmuşum, şiddetten bahsetmişim olur mu?” diyor kadınlar. Kadınların şiddeti ikincilleştirmesinde yoksulluk çok önemli bir faktör. Şu koşullarda, çatışma ortamında, yoksulluğun içinde şiddet hep geri plana atılıyor. Öncelik karın doyurmak oluyor. Hak temelli olmayan bir aile, bir patriyarkal yapı var. Kadınların elinden ilk alınan eğitim hakkı oluyor örneğin. Kadınların eşlerini seçme hakkı, erken evlendirilmeme hakkı, miras hakkı... Kadın hiçbir hakkın öznesi değil. ‘Önce anne olacaksın, sonra oğlan doğuracaksın, hizmet edeceksin bu topluma. Çocukların da aynı toplumsal cinsiyet kalıplarıyla büyüyecek. Kız çocukları kız gibi, erkek çocukları erkek gibi yetişecek’ diyorlar kadınlara. İşte burada da kadınlara ulaşmak, yerel dediğimiz şeye inmek çok önemli.
TOPLUM ŞİDDET TOPLUMUNA EVRİLİYOR
‘Kadına yönelik şiddet artıyor, şiddetin hem biçimleri hem de dozu vahşileşiyor’ gibi bir değerlendirme var. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence artmıyor, sadece daha görünür oluyor. Şiddeti görünür kılmak için pek çok araç var artık. Kadınlar yaşadıkları şiddeti adlandırabilir hale geldi. Şiddetin farkında ve fiziksel şiddet değil sadece tanımları. Sözel, psikolojik, ekonomik vs. her tür şiddetin adını koyuyor.
Şiddet daha da vahşileşiyor değerlendirmesi ise toplumun şiddet toplumuna evrilmesiyle ilgili. Sokakta yürürken dahi hissediyoruz o şiddeti. Herkes öfkeli, şiddet dolu. 15 Temmuz’la birlikte gördüğümüz görüntüler insanların içindeki vahşetin ortaya çıktığı görüntülerdi. Bence kadına yönelik şiddet daha az vahşi değildi önceden de. Şu an sadece daha kolay erişim var her şeye. Ulaşım kolay, kaçmak kolay, silah almak kolay. İndirim almak da kolay. Yasalar şiddet karşısında uygulanmadığı için bugün de bu şiddet böylesine vahşileşmiş geliyor bizlere.
Peki nasıl engellenecek şiddet?
Şu an çok zor bir dönemden geçiyoruz. Birçok kadın örgütü kapatıldı. Bölgede ve batıda çalışabilen çok az örgüt var. KAMER 23 ilde -Kilis’te çatışmalardan dolayı şu an çok çalışma yürütemese de- aktif olarak çalışmalarını yürütüyor. Elde kalan kadın örgütleri, kadın hareketi, feministler, kurumlar bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ama kadına yönelik şiddet sadece senin, benim, birkaç kadının çabasıyla çözülebilecek bir şey değil.
Kadına yönelik şiddet devlet açısından da hâlâ ikincil planda. Devletin daha önemli işleri var çünkü. ‘Kadına yönelik şiddet yoktur’a getirilecek bir algı devletin algısı. Boşanmalar artmış. ‘Evlilik terapistine gidin’ diyorlar. Fakat boşanmalar şiddet temelli artmış ve kadınlar artık katlanmak istemiyorlar. Hangi kesimden olursa olsun kadınlar dayağa, psikolojik baskıya, ekonomik baskıya katlanmak istemiyor. Kadın artık canına tak ettiği yerde boşanmak istiyor ve erkekler tarafından öldürülüyor.
KADIN ÖRGÜTLERİYLE İŞ BİRLİĞİ YOKSA ŞİDDET SORUNU ÇÖZÜLEMEZ
“Seneler önce hükümetin kadın politikaları daha ılımlı iken kadın örgütleriyle arasında bir ivme yakalanmıştı. Toplantılar düzenleyip en azından kadın örgütlerini dinliyordu. Şimdi ise çatışmalar, darbe, OHAL süreci ve uzantılarıyla birlikte işler kopma noktasında. Hiçbir devlet kurumuyla kadın örgütleri ortak bir şeyler yapma uzlaşısı yakalayamıyor. Kadına yönelik şiddetin en etkin mücadele yöntemi olan kadın örgütleri ve devletin iş birliği durumu size ılımlı yaklaşmayan bir yönetim nedeniyle gerçekleşmiyor. Oysa elimizde bir yasamız var. 6284 sayılı Yasa çok önemli bir yasa. İstanbul Sözleşmesi, Başbakanlık Genelgesi var, fakat hiçbirini uygulayamıyoruz. KAMER’in bahsettiğim projesinden çıkan bir diğer sonuç da yasa uygulayıcılar bile 6284 sayılı Yasa’yı çok bilmiyor ya da bilseler dahi basmakalıp tedbirler uyguluyor. Kadına şiddet davalarının her birinin kendine has özellikleri var, tedbir kararının her birini de bu ayrı özelliklere göre alınması gerekiyor. Kolluğun, yasa uygulayıcıların aldığı tek karar uzaklaştırma kararı. Ve kadınlar da bir tek bunu biliyor. İlk bildiği karakola başvurmak. Elindeki o. Bu projede ele alınan 61 dava içinde 25 kere karakola başvuran ve sonunda ölen bir kadın var örneğin. Yine sadece 6 kadının adli yardım talebinde bulunduğunu görüyoruz. Kadınların kendi ana dilinde, anlayacağı dilde bu haklara sahip olduğunu bilgilendirmek çok önemli. Hakimler de her vakayı ayrı göz önüne alarak karar verse farklı tedbir kararları çıkacak belki, ama öyle görmek istemiyor. Geldiğimiz noktada ise engellenemeyen cinayetler, engellenemeyen şiddet vakaları. Yasalarımız, uluslararası sözleşmemiz, genelgelerimiz var ama işte şiddet bu sebeplerden dolayı azalmıyor, bitmiyor...”
KARAMSARLIĞA YER YOK, MÜCADELE EDEN KADINLAR UMUT KAYNAĞI
“Ne olacak bu ülkenin hali’ diyen kadınlar, feministler, kadın hareketi var. Bu karamsarlık, mücadelemize yansıyor mu? Sessizlik karamsarlığın getirisi mi? Olabilir. Biraz daha zaman geçmesi lazım bunun anlaşılması için. Mücadeleyi gündemimizden düşürmemeliyiz tabii ki. 8 Mart, 25 Kasım veya başkaca şeyler geçti. Peki bugün ne yapıyoruz? Eylemler yapıyoruz, evet ama bunu Türkiye’nin pek çok yerinde yapabiliyor muyuz? Bazen İstanbul’da feminist olmak, mücadele etmek diğer yerlerden çok daha kolay gibi görünüyor bana. O yüzden de farklı koşullarda, çatışma alanlarında kadınlarla çalışma yapmak, feminizm yapmakla batıda, özellikle de İstanbul’da feminizm yapmak çok farklı şeyler. O yüzden sorguluyorum, buradan konuşmak, siyaset yapmak farklı; bütün bu sürecin içinden geçmek, silah sesleri altında politika yapmak farklı şeyler. Bir araya gelmek kadın örgütlerinin birbirini ötekileştirmediği, aynı zeminde buluştuğu noktada olacaktır. Kadınlar müthiş bir kazanım elde etti geçmişten bugüne. Bunu hatırlamak, hafızayı sürekli olarak tazelemek çok önemli. Buradan umut taşımak da önemli. Geldiğimiz yer çok önemli. Çok ağır koşullardan geçerek kadın mücadelesi yürütmüş kadınlar var ve bu da bir umut kaynağı.”
Evrensel Gazetesi - Elif Ekin SALTIK
İlgili Dosyalar:
- Haber fotoğrafı [JPG] [186.65K]