Skip to main content
Image
Manşet Yatay Görseli
Share

‘İklim değişikliğinin bugünü gelecek felaketin habercisi’

İklim değişikliğinin dünya üzerindeki yıkıcı etkileri her geçen gün şiddetleniyor.

İçerik Alınlık Resmi

İklim değişikliğinin dünya üzerindeki yıkıcı etkileri her geçen gün şiddetleniyor.

François Dejean
Grönland ve Kuzey Kutbu’ndaki buzulların erimesi, yaşanan kuraklıklar, deniz seviyesinin yükselmesi, aşırı hava olaylarının daha sık yaşanması, seller, orman yangınları iklim değişikliğinin günümüzdeki görünür etkilerinden yalnızca birkaçı. Peki, insan hayatı ve ekosistemleri tehdit eden iklim değişikliğine karşı ne yapmalı? Avrupa Çevre Ajansı Hava ve İklim Değişikliği Programı’ndan François Dejean bu soruyu, “Hem sera gazı emisyonlarını küresel ölçekte azaltarak daha kötüye gitmemizin önüne geçmeli, hem de sel felaketlerine karşı önlemler almak, ısı dalgalarına karşı uyarı sistemleri geliştirmek gibi kendimizi sürece adapte edebilecek stratejiler geliştirmeliyiz. İklim değişikliğinin bugünkü etkileri gelecekte bizi ne tür felaketlerin beklediğini şimdiden gösteriyor. Şimdi harekete geçmezsek gelecekte hepimize pahalıya mal olacak” sözleriyle yanıtlıyor. Kendisiyle iklim değişikliğine karşı Avrupa’da uygulanan politikalar ve Türkiye’nin mevcut durumu üzerine konuştuk.

-Avrupa Birliği, iklim değişikliğine karşı uyguladığı politikalarla sizce şu an dünyanın neresinde duruyor?

İklim değişikliği, 20 yıldan daha fazla süredir Avrupa Birliği’nin (AB) gündeminde olan önemli bir konu. Önce 15 AB ülkesi ve şu an 27 üye ülke Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf oldu. AB, Kyoto Protokolü’nü onaylayarak 2008-2012 yılları arasında sera gazı emisyonlarını 1990 yılı oranlarına kıyasla ortalama yüzde 8 oranında azaltma hedefi koydu. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) değerlendirme raporu, iklim değişikliği gerçeğini ve emisyonların küresel ölçekte azaltılması gerektiğini net bir şekilde ortaya koyuyor. 2050 yılında 1990’a göre emisyonları yüzde 50 oranında azaltmak zorundayız. Bu doğrultuda AB, İklim ve Enerji Paketi’ni onaylayarak 2020 itibariyle sera gazı emisyonlarını 1990’a göre yüzde 20 oranında azaltmayı hedefliyor. Eğer AB dışındaki ülkeler de uluslararası bir anlaşma çerçevesinde benzer bir çaba gösterme taahüdünde bulunursa, AB 2020 itibariyle yüzde 30’luk bir azatlım önerisi getirebilir. Ve bu erişilmesi mümkün bir hedef.

-Bu nasıl başarılacak?

Bu noktada ilk olarak önemli bir AB politikası olan Emisyon Ticaret Sistemi’ne dayanacağız. Bu sistem, Avrupa’da 12 binden fazla tesisi ve fabrikayı kapsıyor ve bu, emisyonların yüzde 40-45’ine denk geliyor. Bu sistemin kapsamadığı ulaşım, tarım, atık yönetimi, binaların ısıtması gibi alanlarda diğer emisyonların azaltılması için her ülke ulusal politikalar yürütmek zorunda. Paylaşım Çabaları Kararı’yla belirlenen bu ulusal hedefler ülkelerin kendilerine has koşullarına göre ülkelere belli bir esneklik tanıyor. İklim ve Enerji Paketi de 2020 yılında toplam enerji tüketiminin yüzde 20’sinin yenilenebilir enerjiden elde edilmesi ve enerji verimliğini yüzde 20 oranında artırma hedefi koyarak enerji ve iklim konusunda daha bütüncül politikalar yürütmemizi sağlıyor.

KRİZ, KARBON TİCARETİNİ VURDU

-Emisyon Ticaret Sistemi karbon azaltımını piyasa işleyişine bırakıyor. Bu sistemin sizce ne tür sorunları var?

Sistem endüstriyel tesislerde emisyonlar üzerine bir sınır koymayı amaçlıyor. Belli dönemlerde tesislere belli sayıda karbon kredisi veriliyor ve şirket emisyonunu bu kredilere göre ayarlamak zorunda. Bir şirket, ihtiyacı olduğundan fazla karbon kredisine sahipse bunu karbon piyasasında satabilir veya emisyon hakkını aşmışsa başka şirketlerden karbon kredisi alabilir. Dolayısıyla karbon ticaretinin yapıldığı bir pazar söz konusu ve şirketlerin emisyon azaltımına gitmesini teşvik eden temel yol bu. Bizim temel sorunumuz, bu sistemde çok fazla karbon kredisinin dağıtılmış olması. Daha sıkı bir emisyon üst sınırı belirlememiz gerekiyor. 2005 ile 2007 yılları arasındaki ilk ticaret döneminde bu sorunu ciddi bir şekilde yaşadık. Karbon kredisinin aşırı dağıtımının yarattığı sorunlar vardı. Şirketlere çok sayıda kredi verilmişti ve emisyonları azaltmak için teşvik ortadan kalkmıştı.

-Peki, ekonomik kriz karbon ticaretini nasıl etkiledi?

Avrupa’daki ekonomik kriz, 2008-2012 yılları arasındaki ikinci karbon ticareti dönemini vurdu. Bu dönemde daha sıkı bir emisyon üst sınırı belirlenmişti. Ancak krizden dolayı üretim düştü ve şirketlerinin çoğunun elinde fazladan karbon kredisi birikti. Dolayısıyla bu dönemde de piyasada karbon kredisi fazlalığıyla karşılaştık. Şirketlerin emisyonları azaltması için teşvik ortadan kalktı. Bugün, karbon kredisinin piyasadaki fazlalığı yüzünden düşük karbonlu teknolojilere yatırım yapmak için teşvik ortadan kalkmış durumda. Önümüzde, emisyon ticaret sisteminin 2013-2020 dönemi var. Şu an bu karbon kredisi fazlalığıyla nasıl başa çıkılabileceğine dair hem Avrupa Parlamentosu hem de üye ülkeler arasında tartışmalar sürüyor.

BÜYÜK ÜLKELER İYİ SONUÇ YAKALADI

-AB’nin ortak emisyon azaltım hedefine karşılık üye ülkelerin karbon politikaları farklılık gösteriyor. Hangi ülkelerin emisyonları azaltım sürecine daha çok katkı yaptığını düşünüyorsunuz?

AB-15 ülkelerinin Kyoto hedeflerini nasıl yakaladığına bakmak bir gösterge olabilir. Bazı ülkelerin bu süreçte daha iyi bir performans göstermiş olması toplamda emisyon azaltımının sağlanmasında etkili oldu. Almanya, İngiltere, Fransa kendi hedefleriyle karşılaştırıldığında iyi sonuçlar elde etti. Örneğin Almanya’da yenilenebilir enerjiyi destekleyen politikalar ciddi başarı kaydetti. Son 20 yılda Almanya’da yenilenebilir enerji üretimindeki artış, emisyonları ciddi ölçüde azalttı.

-Peki, AB genelinde emisyon azatlımı için ne tür politikalar uygulandı?

Daha çok yenilenebilir enerjiye yöneldik ve enerji verimliliğini artırdık. Buna ek olarak 1990’lı yıllarda ülkelerin kömürden gaza geçmesiyle emisyonlarda bir düşüş yaşandı. Özellikle Almanya ve İngiltere’de bu geçişin etkileri çok net bir şekilde görüldü. O yıllarda sera gazlarından çok hava kirliliği üzerine yoğunlaşmıştık. Hava kirliliğine neden olan emisyonların azaltılması için yaptığımız yasal düzenlemeler, sera gazı emisyonlarının azalmasını da sağladı. Ayrıca o dönemde, tarımsal ürünlerin üretim yönteminde köklü bir değişiklik yaparak tarımın yoğunlaştırılması sürecine girdik. Aynı miktarda süt ve et için daha az büyükbaş hayvana ihtiyaç duymaya başladık ve hayvan sayısındaki hızlı düşüş emisyon salımını ciddi oranda azalttı. Yine atık yönetimi konusunda yaptığımız değişiklikler de emisyon azaltımına katkıda bulundu. Tüm bu önlemlerin hem çevre kirliliğine hem de iklim değişikliğine karşı mücadelede faydaları oldu. Ancak alınması daha zor olan önlemler de var. Ulaşımı çevre dostu seçeneklere yönlendirerek, ulaşımdan kaynaklı emisyonları azalmak daha zor.

‘TÜRKİYE’DE NÜFUS ARTIŞI BAŞLICA ETKEN’

-Türkiye’nin iklim konusunda karnesi parlak değil. Avrupa emisyonlarını azaltırken, ülke olarak sera gazı emisyonlarını on yılda yüzde 115 artırdık. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?  

Türkiye, kendine has özellikleri olan bir ülke. 1990’dan bu yana Türkiye’nin emisyonlarında ciddi bir artış oldu ve bu artış önümüzdeki yıllarda da devam edecek gibi gözüküyor. Bu artışın çok basit nedenleri var. 1990’dan bu yana ülkedeki nüfus artışı bunda çok etkili oldu. Başka bir etken ise Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olması. Refahtaki büyümeyle birlikte kişi başına enerji kullanımı da arttı. Dolayısıyla daha fazla insan kişi başına daha fazla enerji tüketirken daha çok sera gazı salımına neden oldu. Sera gazı emisyonlarındaki bu artışı bu şekilde yorumlamak gerekiyor.

‘Türkiye, yenilenebilir enerjiye yönelmeli’

-İklim değişikliğine karşı Türkiye’nin enerji politikası sizce ne olmalı?

Kendisine emisyon azaltım hedefi koymasa da Türkiye’nin Kyoto protokolünü imzalaması olumlu bir adımdı. Bir sonraki adım olarak Türkiye, kendisine bir emisyon azaltım hedefi koyarak iklim değişikliğine karşı daha kararlı bir duruş sergilemeli. Türkiye’de bugün kişi başı emisyon salımı yıllık 5.5 ton ve aslında bu miktar, Avrupa Birliği ortalamasına göre çok düşük. Ortalama bir Türkiyeli ortalama bir Avrupalı’dan daha az çevreyi kirletiyor. Bunun nedeni Türkiye’de nüfusun emisyon seviyesine göre fazla olması. 1990 yılında 3.4 ton olan bu oranın bugün 5.5 tona ulaşması ve hâlâ artma eğilimi göstermesinin nedeni ülkedeki ekonomik gelişmenin belirtisi. Ancak Türkiye’deki büyümenin taşıyıcısı olan ekonomik sektörler, diğer Avrupa ülkelerine göre hâlâ çevreyi kirletici nitelikte. Bunun nedeni de AB ülkelerinde hizmet sektörünün daha gelişmiş olması ve Türkiye’de tarım ve endüstri sektörünün hizmet sektörüne oranla daha baskın olması. Ancak elbette hem refah üretimini sağlamak hem de emisyonları azaltmak mümkün. Daha az kirleterek gelişmek mümkün. Bu doğrultuda Türkiye yenilenebilir enerjiye yönelmeli, özellikle güneş enerjisi için çok önemli bir potansiyele sahip.

Kaynak : BirGün

İlgili Dosyalar:

  1. François Dejean [JPG] [34.53K]
Share
İlgili Eğitim