Yoksulluk AIDS'e neden olmuyor ama yayılmasını kolaylaştırıyor. Bu gerçek, herkes için olmasa da hastalığın yayılması konusunda muhafazakar zihniyetin ileri sürdüğü açıklamalar arasında kayboluyor.
Bugün 1 Aralık, Dünya AIDS ile Mücadele Günü. Arjantinli şair ve gazeteci Juan Gelman'ın 27 Aralık 1988'de yayımlanan ''AIDS ve Yoksulluk'' yazısını Bülent Kale çevirisiyle aynen yayımlıyoruz.
Uzun boylu sarışın bir genç, üzerinde bir ceket ve çizgili kısa pantolon var, ayağında plastik plaj terlikleri. Kaldırımda durmuş Manhattan'a geceyarısı inen soğuğa karşı kollarını ovuşturuyor. Çok çelimsiz. Sonradan öğreniyorum, son birkaç ayda neredeyse 20 kilo kaybetmiş. AIDS
Adı Paul ve artık üç yıl önce homeless (evsizler) ordusuna geçiş yaparak sürekli şehri dolaşan, açık havada yahut metronun en uzun süren gece hattında ya da belediyeye ait bir sığınma evinde uyuyabilen o atak delikanlı değil. Sokaklarda bu durumda yaşayanların yaklaşık 20 bin kadarı genç. Ve bu yaş grubuna dâhil 1500 kadar delikanlı gibi Paul'e de virüs bulaşmış.
Rakamlar konu üzerine yapılmış özenli bir çalışmanın yakın zamanda Boston'da açıklanan sonuçlarından alındı.
Paul, muhtemelen artık bir istatistik olduğundan habersiz, sonunda kararını veriyor. Yolun karşı tarafına geçip bir Covenant House -Manhattan'da sosyal yardımlarla uğraşan özel bir kuruluş- kamyonetine doğru yürüyor ve ücretsiz verilen bir bardak sıcak çikolatayı ve sandviçi alıyor. Kamyonet başka evsiz gençler arayarak başka sokaklara doğru ilerliyor.
Paul çok ağır hareketlerle yiyip içiyor elindekileri.
Artık sokaklara ilk düştüğünde yaptıklarını yapacak halde değil. Bu hayata 15 yaşında, hatta daha da küçük yaşlarda katılanların hala yaptıkları şeyleri: Günler geçtikçe bir alt kategorisinde yer bulabildiği gece kulüplerinde bedenini satmak, her geceyi farklı bir ev ya da otelde geçirmek, bir şeyler yiyip içmek, ara ara hayatını sürdürecek ve sabah uyuşturucu alabilecek kadar dolar kazanmak ve sonunda bu hastalığa yakalanmak.
Çok açık ki, yoksulluk AIDS'e neden olmuyor ama yayılmasını kolaylaştırıyor. Bu gerçek, burada - ve başka zengin toplumlarda, herkes için olmasa da- hastalığın yayılması konusunda muhafazakar zihniyetin ileri sürdüğü açıklamalar arasında kayboluyor.
Reagan yanlısı Pat Buchanan "AIDS ve ahlaki çöküş" arasında alenen bir ilişki kuruyor. Vaiz Jerry Falwell "AIDS'in kanunlarına uymayan bir toplumda tanrının adaletinin tecellisi olduğunu" tespit ediyor. Bundan 25 yüzyıl önce Hipokrat vebanın nedeninin "Tanrıların öfkesi" olduğu tanısını koyuyordu. Hastalıkların bir ahlaki ceza olarak geldiği düşüncesi neredeyse dünya kadar eski.
Aşırı muhafazakar cumhuriyetçi Jesse Helms, hastalığın özellikle karşıcinsel yollarla geçtiğinin aşikarlığını görmezden gelerek, AIDS'in bilhassa batılı eşcinseller arasında yaygın olduğunu ilan ediyor, ona göre bunu fazlasıyla hak ediyorlar zaten. Bu, gerçekte, göründüğünden çok daha siyasi bir görüş.
Susan Sontag'ın da belirttiği gibi, AIDS'in ahlaki yönlerini işlemeye pek hevesli bu "establishment" sözcüleri gerçekte "temel söylemleri ülkenin savaş politikasını sürdürmesi, silah harcamaları, sıkı antikomünizmi konusundaki Birleşik Devletler'in azminden şüpheye düşenler, şu her yerde Birleşik Devletler'in emperyal ve siyasi otoritesinin azaldığının işaretlerini gören"lerdir.
Bu tür "gay hastalığı" yaftalamaları diye ekler Sontag "hedonizmiyle, seksi ve kaba müziğiyle, uyuşturucuya karşı gevşekliğiyle, zayıflayan aile yaşamıyla komünizme karşı mücadele kararlılığının altını oyan Batı'nın yumuşaklığı" gibi çok daha yaygın ve kapsamlı bir suçlamanın bir parçasını oluşturur.
AIDS, politik projelerini, kendine saygı, ulusal onur ve grup psikolojisi sorunlarına tercüme edenlerin favori konusudur. Her ne kadar çirkin duygular konusunda uzman olan bu tipler AIDS'in sapkın seks pratiğine karşı bir ceza olduğunda ısrar etseler de, onları harekete geçiren şey ilk olarak homofobi değildir (...) AIDS'i bahane olarak kullanan - siyasi gevşeklik karşısında hoşgörüsüzlükten, paranoyadan ve korkudan mamul- bir ulusal arzuyu işleyen büyük bir strateji söz konusudur."
Bütün bu spekülasyonların uzağında, Paul bedeninde yerleşen AIDS virüsüyle Manhattan'ın bir sokağında soğuktan titriyor. Sokakta yaşayan gençlerin çoğu gibi AIDS'ten korkmuyor: Çatısız ve ufuksuz bir hayat için bir başka kötü haber bile değil.
Kısa zaman sonra öleceğini biliyor, Rock Hudson olmadığını, ancak AIDS'in icabına bakmayı başardığı binlerce kurbandan biri olacağını. Şansı var ki, kanallarda gösterilen AIDS'e karşı mücadele ve önlemler üzerine korku saçan televizyon programlarında yalnızca yaşı görülecek. Sunucunun sesi altında, ekrandaki banttan ağır ağır hastalıktan ölen insanların listesi akıyor, kurbanların -5'ten 57'ye kadar- öldükleri yaşın hemen yanında, son bir utanç ibaresi olarak, isimleri yerine, "anonim" kelimesi beliriyor.
http://www.bianet.org/bianet/siyaset/134436-aids-ve-yoksulluk