Ana içeriğe atla
Image
Haber yatay görseli
Share

Buğday Derneği ile Çukurova’da Betondan Tohuma

Üniversitelerde Kent Bahçelerinin kurulmasına destek vererek, doğayla insanın birlikteliğinin yeniden kurulmasına yardımcı olan Buğday Derneği, Çukurova Üniversitesi’nde de çalışmalara başladı.

Üniversitelerde Kent Bahçelerinin kurulmasına destek vererek, doğayla insanın birlikteliğinin yeniden kurulmasına yardımcı olan Buğday Derneği, Çukurova Üniversitesi’nde de çalışmalara başladı.

Bir grup doğa dostu gönüllü ile yola başlayan proje dikkat çekerek, etrafına daha çok gönüllü toplamaya ve günden güne farkındalık yaratarak büyümeye devam ediyor. ‘Yeşil olan’a yeniden dönmek için bize fırsat sunan Buğday, 1990 yılında gelişmeye başlayarak 2002 yılında dernek halini almış olan, ekolojik yaşamı destekleyen ve insanlara farkındalık kazandıran bir kuruluş. Peki, ben ve ekip arkadaşlarım, Buğday ile nasıl tanıştık? Bu proje karşımıza nasıl çıktı? Gelin, doğanın dostumuz olduğunu hatırlama yolculuğumuzu size en başından anlatayım.

Kendimizi bildik bileli içerisinde olduğumuz birtakım yerler, renkler, olaylar vardır. Onlara aşinayızdır, onlara ait her bir detayı anılarımızdan çekip çıkarmak konusunda ustayızdır ancak çoğu zaman onları umursayamayacak kadar meşgul oluruz. Elimizde bir iş olmasa bile zihnimizde düşünülecek şeyler, çözülecek problemler, hatırlanacak bir geçmiş, endişesi duyulacak bir gelecek vardır. Gözlerimizin önünde olanı görmek değildir zor olan, onun farkında olarak yaşayabilmektir. Her birimiz çocukken parkların, bahçelerin, -şimdi akla hemen çamaşır deterjanlarını getiren- çamurların içinden geçmişizdir. Salıncakta sallanırken yeşilliklere doğru uzanmış, kaydırak bittiğinde toprağa konmuş, çamurlara basmaktan büyük keyif almışızdır. Heybetli gölgeleriyle bahçeleri dolduran ağaçlar bizimle arkadaş olmak için elmalarını kızartmış, eriklerini parlak yeşile boyamışlardır belki de. Biz de onlara sönmeyen gülücüklerle karşılık vermiş, yeri geldikçe üzerlerine tırmanmış, yeri gelince birinin ardına saklanıp ebe bizi bulana dek kıpırdamamışızdır. Peki, böylesine içli dışlı olduğumuz, bu kadar yakından tanımış olduğumuz doğanın kucağından nasıl oldu da koptuk? İçinden çıkmayı düşünemediğimiz yeşile, nasıl yabancı birine bakar gibi bakmaya başladık? Niçin, her saklambaçta bizi göğsünde saklayan ağaçlara, kokularıyla bizi büyüleyen fidanlıklara sırtımızı dönüp, onlar yokmuş gibi yaşar olduk? Bu soru sağanağında yıkanmadıkça insanın aklı başına gelmiyor bir türlü.

Birkaç ay önce internette; gönüllüler tarafından insanlara doğa ile ilgili farkındalık kazandırmak ve doğanın korunmasına yardımcı olmakla ilgili bir proje bulmuştum. Böyle konulara ilgim büyük olduğundan ve türdeşlerim gibi ben de betondan onlarca metrelik kafeslere hapis büyüdüğümden, bu projeye hemen katılmak istedim. İnternette yer alan başvuru formunu öyle bir incelikle doldurdum ki, herhalde resmi bir makama yazı gönderiyor olsam bu denli özenli olamazdım. Merak içinde geçen birkaç saatin sonunda ise hazin gerçekle burun buruna geldim. Bırakın başvuruların kapanmış olmasını, proje çoktan olmuş bitmişti de geriye yalnızca sorumluların silmeyi unuttuğu bir form kalmıştı! Onca heyecanla dolmuş kalbim, üstüne basılmış kuru ot yığınları gibi iniverdi. Ancak kalbimden beynime sızan damla damla heyecan, aklıma pek çok soru işareti getirmişti. Böylece doğayla insan ilişkilerini irdeleyen sıkı bir soru sağanağına yakalanmış bulundum. Etrafımızı saran ve yeşil olan her şeye elveda dememize neden olan uçsuz bucaksız beton duvarlara, yani kısacası apartmanlara baktım. Çöpe gitmesi lazım gelen şeyleri ellerinden yere, sokağa bırakıveren insanları; sokaklara döşenmiş taşların altında uzanan ve nihayet kırlarda yahut tarlalarda açığa çıkan engin toprakları, çiçeklerin rayihalarını özgürce yayabildikleri dağların eteklerini düşündüm. Biz ne yapıyorduk böyle? Dünyayı yaşanabilir kılan bu en büyük değeri ve onun özensizce kullanılışını görüyor lakin harekete geçmek yerine, kumandası dizimizin dibinde duran televizyonu izlemeye ya da -akıllı değil ama kurnaz olan- telefonlarımızda vakit geçirmeye devam ediyorduk. Fakat bir şeylerin değişmeye başlaması gerekiyordu.

Projenin bitmiş olmasının getirdiği hayal kırıklığı geçtikten kısa bir süre sonra bir arkadaşımdan mesaj geldi. Bu mesajla, kursağımın bir köşesinde kalmış olan heyecanım uyanıverdi. Buğday Derneği, başka birçok üniversitede yapacak olduğu gibi, Çukurova Üniversitesi öğrencileri ile bir proje yapmak istiyordu. Ben de orada yer almak ister miydim? Cevabı hiç düşünmeden, büyük bir heyecan içinde verdim. Elbette isterdim, hiç sorulur muydu! Buğday Derneği üniversitelerde kent bahçelerinin kurulmasını, evimize gelene kadar geçtiği aşamalardan bihaber olduğumuz meyve sebzeleri kendi ellerimizle yetiştirmemizi, doğayla insanın yine ve yeniden bir araya gelerek kaynaşmasını sağlamayı amaçlıyordu. İlk duyduğum andan itibaren büyüleyici gelen bu çalışmalarda yer almak fikri kalbimi bir buçuk kat hızlı çarptırmıştı. Proje kapsamında, Buğday’dan gelen eğitmenlerden 2 gün sürecek bir eğitim alınacaktı. Fakat Kent Bahçeleri ekibi eğitim öncesinde de kendini bilgilendirme amacıyla çabucak çalışmalara başladı. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Serdar İskit hocamız bize tüm yardımseverliği ve sevgisi ile yol gösterdi. Böylece daha önce içerisinde bulunmak talihine erişemediğim bir ortama giriverdim. Adını duyunca aklıma vişneli kompostonun geldiği ve midemin bayram ettiği ‘kompost’ kavramı ile orada tanıştım. Ne olduğunu anladığımda artık midem bayram etmiyordu ama heyecanım devam ediyordu. Solucanlarla, her türden yeşillikle, suyla, toprağın ta kendisi ile buluşmuştum. Yuva yapıp, belirli oranda azot ve karbon ekledikten sonra içerisine solucanları eklediğimiz kompost altı ay gibi bir süre içerisinde bize taze ve mis kokulu toprak olarak dönecekti. Fakat onu bekleyene kadar durmak yoktu. Gittikçe kalabalıklaşan ekibimiz ile sık sık bir araya gelmeye başladık. Toprağı tanıyor, yeşilin tonlarında geziniyorduk. Çimlenecek tohumları, nadide birer tarihi esere gösterilen özen ile torflara koyuyor ve içine kalbimizdeki engin sevgiden de bolca bırakıyorduk. Üzeri, çok yakında tohumun içindeki masum yeşil tarafından açılmak üzere toprakla örtülmüş küçük saksılara can suyu veriyor, doğadaki yolculuklarına başlamaları adına onlara bir yardım eli uzatıyorduk. Çalışmaların arasında, Serdar hocanın tatlı mı tatlı eşi Sema ablanın getirdiği mis kokulu çaylar eşi bulunmaz bir hediye idi bizim için. Doğa ve hayat, güzellikler ve dersler, ev ve okul hakkında yapılan sohbetler hoş bir gidişata bürünüyor, uzadıkça güzelleşiyordu. Biz yalnızca toprağa domatesi ekmeği öğrenmiyor; arkadaşlığın kalbimizde kurduğu o güçlü bağların çeşit çeşit renklerini, sevmenin insanı ne denli güçlendirdiğini, insanın doğayla olan bütünlüğünü yeniden kazanmasının önemini de öğreniyorduk. Ekipçe kendi ekmeğimizi mayalayıp yoğuruyor, fırında pişmesini beklerken yine keyifli sohbetlere dalıyorduk. Öğreniyor, yeri geldikçe de bir sözümüz ya da bir tavrımızla ekip arkadaşlarımıza farkındalık kazandırıyorduk.

Sonra bir gün Buğday Derneği’nden haber geldi, eğitmenler gelecek ve iki günlük eğitim başlayacaktı. Aramızda ziraat fakültesinde okuyan arkadaşlarımız vardı ancak onlar dâhil hepimiz o iki gün için tatlı bir heyecana büründük. Hakan Gönül ve Nebile Bayrak hocalarımız geldiğinde onları kendi yaptığımız, keçeden türlü türlü hediyeler ile karşıladık. Birinci gün teorik ve oldukça faydalı bilgilerle dopdolu geçti. Toprağı biraz daha iyi anlıyor, tohumlarımızı yakinen tanıyorduk. Daha önce deneyimlemiş olduğumuz kompost hakkında daha fazlasını öğreniyorduk. Ufkumuz genişliyor, bilincimiz artıyordu. Öğrendikçe, öğrendiğimiz şeyleri diğer insanlarla paylaşmak için daha büyük bir arzu duyuyorduk. Dışarıdan alacağımız ve bize ulaşana kadar ne tür aşamalardan geçtiğini bilemediğimiz meyve-sebzemizi, her aşamasında bilfiil bulunarak kendi soframıza kendimiz getirecektik. Eğitmenlerimiz öyle canayakındılar ki, ilk günün sonunda, uzun zamandır kapı komşusu imişçesine kaynaştık, samimiyet kurduk. İkinci ve son gün ise unutulmaz anılarla dolu bir gün oldu. Kendi bahçemizi kurmak üzere arazimize gittik. Yükseltilmiş sebze kasalarını, ekip çalışmasıyla çaktığımız çivilerle bir araya getirdik. Üstlerini bizi birbirimize hatırlatacak yazılar ve resimlerle süsledik. Toprağımızı beraberce içlerine taşıdık. Belki öncesinde çekinerek, derinlerinden çıkabilecek herhangi bir şeye karşı tedirginlikle yaklaşarak dokunduğumuz toprağa güvenle ve var olanı olumlu şekilde değiştirebileceğimizin bilinciyle dokunduk. Tohumları, geleceği mutlulukla şekillendirecek olan o yeşil yavruları toprağa ektik. Ellerimizde sevgi, tohumlarımızda değişim vardı, yeşil birer can vardı. Yanımızda, doğayla dostluğumuzu hatırlayacağımız süre boyunca bizlere eşlik edecek ekip arkadaşlarımız ve Buğday’dan gelen, her ihtiyacımız olduğunda bize yardım etmeye gönüllü, değerli insanlar vardı. Uygulama ile geçen gün boyunca, genişlemiş ekibimiz ile güzelliğe filizlenen dostluklar kurduk. Toprağın içindeki canı hissederek canlandık, kendi içimizde yükselen bilinci fark ederek birbirimize daha çok bağlandık. Artık o bahçe bizimle birlikte yeni hayatların var olacağı bir yuva ve biz de o yuvada büyümeye devam edeceğiz.

Yeşil Gazete

Share
İlgili Eğitim